Ahlen, 11 Mart 2013
Yeşil Ereğlimiz - Yetmişli Yıllara Doğru Sinema Kültürü
Gaybi Köyü’nde büyümeme rağmen Ereğli’de dünyaya gözlerimi açmışım, hem de zamanının adı ile „Cemil Efendi’nin Konağı „ şimdiki adıyla Mavi Köşk’de.
Ereğli’yi ben beni bildim bileli hep sevdim çok severim.Köyde büyüyen biz köylü çocukları için şehir (Ereğli) kavramı, anlamı bambaşkaydı. Zira o zamanlarda Ereğli’ye gittim veya Ereğli’den geldim denmezdi. Şehire gittim veya şehirden geldim, şehirden geldiler, şehirliler
kelimesi severek kullanılırdı.
Şehiri (Ereğli’yi) biz köy çocukları olarak o kadar çok severdik ki gidemiyeceğiz belli olduğu için „Gara Daşlara“ çıkardık oradan Ereğli’yi görmeye çalışırdık, köyün üzerinde yüksekte olduğu için az da olsa Ereğli görülebilinirdi. Tabii o günlerin Ereğli nüfusu yirmi yirmi beş bin civarındaydı, yüksek aparmanlar yoktu, şehir içi daha fazla ağaçlarla süslüydü, dolayısıyla pek de net göremezdik, ayrıca hep sisli olurdu şehrin üzeri. Ama yine de giderdik uzaktan da olsa görebilmek için.
Rahmetli Elif Abam Ereğli’ye Hacı Servet’in bahçeine göçtü, o zamanlarda daha 110 Evler yapılmamıştı. Ben beş yaşlarımda olduğumu tahmin ediyorum, ayrıca ( lakabı ile Guldur Ese) Ese Doğançay (dayı derdik hep) Türbe Mahallesinde otururdu. Onların Ereğli’de oturması nedeniyle şehirde kalma fırsatım olurdu ve de epeyce de kalırdım. On bir yaşıma kadar yani ilkokul dönemimdeki Ereğli ve Öğretmen Okuluna başladıktan sonraki Ereğli’nin farkı benim için oldukça anlamlıydı.
Öğretmen okuluna başladıktan sonra Ereğli’yi bir başka gözle anlamaya başladım. Zira gündüzlü okuyan İvrizli Öğrencilerin günübirlik gelip gitmeleri, okuldan hafta sonu sinemaya gidip gelenler ve arasıra olsa da benim arkadaşlarla Ereğli’ye gitmem, 19 Mayısların statta kutlanması bende kalıcı bir etki bıraktı.
Altmışlı ve yetmişli yılların sinema kültürü bambaşkaydı. Televizyon ve iletişim araçlarının sınırlı olması mutlak bir etkinliği vardı diyebilirim. O günün Ereğli’sini yaşayanlar çok iyi bilir. Hatırnazlık, dostane yaklaşımlar olağandı.
Üç sinema vardı, İstasyon Caddesindeki „ ATLAS“ sineması,Üçgöz Caddesi-yolu başlangıcında Şehit Kamil İlkokulu karşısında „CERYAN“ sineması ve Sümerbank Fabrikasında „SÜMER“ sineması……..
Sümer Sinemasına sürekli yabancı filimler gelirdi, sanırım sinemaya gelenler de diğer sinemalara gelenler arasında fark da olurdu. Sinema salonu diğer sinema salonlarına göre biraz küçüktü de.
Atlas ve Ceryan sinema salonları oldukça büyüktü, kaç kişilikti onu bilmiyorum. Yeni filimler geldiğinde arabalarla şehir içinde gezilerek reklamları yapılırdı aslında da pek gerek yoktu.Zira sinemaseverler zaten günübirlik takip eder reklamlarını da yapmış olurlardı.
En hoş olanı ise, sinemalara dah tam gelmeden günün sevilen şarkı ve türkülerini uzaktan duymak mümkündü. Aynı şekilde sinema önlerinde o günlerin vazgeçilmezi Tommiks gibi kahramanlık resimli kitapları alım-satımı, değişimi oldukça cazipti.
Olmazsa olmazların en başında ise, sinemaların önünde çirdek (ayçiçeği / devramber / eğlencelik) satılırdı. Sinema başlayıncaya kadar ayrı bir heyecanla, sinemaya bakılırken yine başka bir heyecanla çekirdek işlenirdi. Matine bitiminden sonra koltukların arası, önü tabii olarak işlenmiş çekirdeklerle dolardı.
Her üç sinemada da gündüz öğleden sonra (sanırım saat 14.00 gibi) ve akşamleyin gösterim olurdu. Sinemalara giriş bir ayrı kalabalık olurdu ama sinema çıkışı görmeye değerdi. Aynı filmler birkaç gün gösterilirdi ama sanırım sevilen filmler daha uzun gösterime sunulurdu. Dini filimler olduğunda köyümüzden özel olarak münübüsle kadınlarımız da getirilirdi.
Sinema seyretmeye giden her kişi kendisinde birşeyler bulurdu, adeta filimleri yaşardık. Gençler için sinemaya gitmek, nişanlıların sinemaya gitmeleri veya yeni evlilerin gitmesi apayrı bir zevkti. Sinema salonlarında bekarlar ve ailelerin yerleri ayrı olurdu. Geç gelenlere klavuzluk yapan görevliler de mevcuttu.
Bazan genç kızlara laf atan sataşanlar olurdu, kavgaların olması doğaldı. Ben ciddi olarak bir kavgaya rastlamadım. Zira sinemalara gitmek, film seyretmek belli adap içinde gerçekleşirdi.
İvrizden hafta sonu sinemaya gelecekler önceden idareden izin alırlar, biletlerini ısmarlardı. Sanırım 125 kuruş yol parası, bir o kadar bilet parası, olmazsa olmazlardan çemen-ekmek elli kuruştu. Ne yazıkki ben hemen hemen hiç gelemezdim. Bir yandan yoksulluk diğer yandan hafta sonları zaten köye gidip bağ-bahçe işlerine yardım etmek zorundaydım.
Altmışlı ve yetmişli yıllarda yaz günleri insanlar ailecek başta İstayon Caddesi olmak üzere Gülbahçe ve civar yollarda gece geç saatlere kadar gezinti yaparak evlerine giderlerdi. Gülbahçe’ye gazino ilk açıldığında dolar taşardı. Genç ve bekarların oturduğu yer ayrı olur aile kısmı yine ayrı olurdu. Alkol alanlar da alkolünü alır ama herhangi bir kavgaya rastlamadım, duymadım da. İçmenin de bir adabı ve kültürü vardı. Bir hafta yazın ben de çalıştım ama devam etmedim, nedendir hala bilmem.
İvriz Suyunun bir kanadı Ereğli’nin içinden geçerdi ve de tam gazinonun bulunduğu yerden. Suyun ortasında bir adacık ve söğüt ağacı ile birlikte. Caz müziği canlı olarak çalınırdı öğleden sonralar. Saat 16.00 veya 17.00 den itibaren.
Altmişlı yılların Ereğlisi, sinema kültürü bambaşkaydı…..Çok uzaklarda yaşamama rağmen özlemini hep çekmişimdir…..
Mustafa Dumlu