Ahlen, 28.08.2009
Dilimizin Doğru Konuşulması ve Arındırılması
İzinlerde ülkemize geldiğimde Türkçe’yi güzel konuşan çocukları dinledikçe dinleyesim gelir.Bir şeyin kıymeti, yok iken daha bir belirgin oluyor.Zaten bu yazılarımı da dilimizi unutmamak için bir anlamda yazıyorum.
Bir dilin güzelliğini, özelliğini anlatabilmek bana sanki imkansız gibi görünüyor.Dilin derin ifadelerini, anlatım gücünü, sıcaklığını, deyim ve atasözlerini ancak ve ancak yeri geldikçe, ortamında anlayabiliyorsun, yaşayabiliryorsun, görebiliyorsun.Dili, dilimizi ben biliyorum demek yanlış, zira çok geniş bir zaman içerisinde gelişen, boy veren dilin bir kısmına hakim olabiliriz. Üstelik yöresel olarak o kadar çok kavram var ki bir başka yörede bilinmez. Adına ister lehçe deyin, ister diyalek deyin, ister kaba bir Türkçe deyin, fark etmez. Dil, insanların kendisini ifade edebilmesi ve anlaşabilmek için bir anahtardır. Bazıları köy lisanı veya çok kaba konuşuyor diye büyüklenir ama kaba olan kelimenin telaffuz ediliş şekli değil, kabalığını belirtmek için seçmiş olduğu kelimelerdir.
Kırsal kesimlerde „teşekkür ederim „ yerine „sağol „ derler. Teşekkür kelimesi insan kulağına nazik gelse de asıl nazik olanı davranış ve harekettir.Veya gardaş, kardeş yerine; aba, abla yerine; ana, anne yerine ve buna benzer yüzlerce örnekler. Yani biri ana diye hitap ettiğinde anasını az mı sevmiş oluyor veya anne dediğinde daha mı çok sevmiş oluyor.Önemli olan kişilerin alıştığı şekilde içten ve candan söylemiş olması. Ne yazık ki çoğunluk nezaketi kelimelerde arıyoru hareket ve tavırlarda aramak yerine.
Benim özlemini çektiğim ve bu özlemi izinlerimde gidermeye çalıştığım dil, kelimelerin nasıl telaffuz edilişinden ziyade ifade zenginliğini yaşamak. Bu söylediğim belki bir çoklarına tuhaf gelebilir, ama yaşadıklarım bana bunu öğretti.
Yabancı bir ülkede yaşamanın avantajları olduğu kadar dezavantajları da var.Günlük yaşamımımda konuştuğum ve konuşacağım kelime sayıları belli, sınırlı.Konuşmakta ve kontakta olduğum toplum, konuştuğu konu ve dil itibarı ile sınırlı bir ifade şekli, bir de buna her derneğin, kendi özel konuşmalarını eklerseniz, ifade şekli iyice daralıyor.
En çok rahatsız olduğum konu, lisanı bir başka dil ile karıştırarak konuşma.Dilimiz o kadar avrupada dejenere oldu ki anlatamam. Ben kendim iyi konuşuyorum da demek istemiyorum. Dili geliştirecek karşılıklı konuşabileceğim ortam yok. Yani hergün camiye de gitsen, kahvehaneye de gitsen, birahaneye de gitsen bir sene içinde konuştuğun kelimeler dünkünün tekrarından başka birbirşey değil.
Bazı örneklerle dilin ne kadar baskı altında kaldığı daha da iyi anlaşılır. Osmanlı döneminde dilimize Arapça kelimeler girmiş ama o kelimeler bir anlamda türkçeleşmiş, türkleşmiş, dil sonuçta bozulmamış.Ama vatandaşların konuştuğu şekliyle ne kadar tuhaf hale gelmiş, aşağıdaki örnekler bunu gayet güzel gösteriyor.
- Ben Bahnhoffa gidiyorum. Ben istasyona gidiyorum.
- Çocuk Kindergartenda. Çocuk ana okulunda.
- Urlauba gittin mi ? İzine gittin mi ?
- Arbeitsamta gittim. İş ve işçi bulma kurumuna gittim.
- Ben krankem. Ben hastayım.
- Krankkasseye gittim. Sigortaya (hastalık sigortası) gittim.
- Krank aldım. İstirahat aldım.
- Doktor krank yazdı. Doktor istirahat, hasta yazdı.
- Freibada gittik. Açık yüzme havuzuna gittik.
- Schaisse. Boktan, tüh, çok kötü. (hemen hemen herkes kullanıyor.)
- Tschüs. Hoşça kal, Allah’a ısmarladık, iyi akşamlar, kal sağlıcakla.
- Avap, werschwinde. Defol git, defol.
- Gutenacht. İyi geceler.
- Gutenmorgen. İyi sabahlar.
- Gutentag. İyi günler.
Bu yazdiklarım, yazmadıklarımın yanında hiç bir şey değil. Yani Türkçe Almanya’da Almanca ile o kadar karıştırılarak konuşuluyor ki uzun zamanda korkarım „Osmanlı Türkçesi“ gibi tamamen bambaşka bir Türkçe ortaya çıkacak. Osmanlı zamanında hiç değil dilimize giren kelimeler entegre olmuş, türkçeleşmiş.Maalesef büyükler, ana-babalar, hatta dernekler, hatta okul aile birliği dernekleri dahi, daha kötüsü dernekler yazım dilinde „ı-ş-ğ-ç“ harflerini tamamen unuttular. Birçok dernek başkanlarını bu konuda uyardığım halde, ben yazayım dediğim halde önemsemedi bile. Kabul edilmez tarafı, Türk Toplumu ve Türkçe’nin yitirilmemesi adına bu hatalar yapılıyor.
Ben kendi adıma doğru gördüğüm ve uyguladığım ; her ana baba çocuklarıyla anadilini konuşmak zorunda, hem de çok itina gösterek, araya yabancı dilden bir kelime katmamak üzere, aynı şekilde çocukların yaşadığı ülkenin dilini de en iyi şekilde öğrenebilmesi için gereken ortamı yaratmak zorunda.
Öğretmenliğe başladığım seksenli yıllarda birçok velimiz iki dili bir çocuğun öğrenemeyeceğinin iddiasısını yapması.Bir anlamda kendi anadilini çocuğuna öğretmediği gibi reddetmiş oluyordu resmen.Hala aynı kanıyı taşıyan gerçek vatandaşlarımız var maalesef. Dil, dilden öte bir kültür, sıcak bir yaşamdır.
Mustafa Dumlu