KIRLANGIÇ MASALI
Bir pencere hatırlıyorum, Çocukluğumun sokaklarından. El uzatsam tutuvereceğim, Kırlangıçlar geçerdi yanı başımdan. Her gün batımı ir akşam, Yüzlercesi… binlercesi çığlık çığlığa… Ne atıcınlar durdurabilirdi onları, Ne havalarda uçuşan toz bohçaları. Akan sular gibiydiler, daracık sokaklarda. Ne birbirlerine değerler, ne duvarlara vururlardı. Ne o pencere var şimdi yerinde, Ne uçuşan kırlangıçlar. Kışa döndü baharımız, kışımız bambaşka. Ah kırlangıçlar… Dalga geçer gibi çocuklarla, başımızı sıyırıp geçen kırlangıçlar. Kimse görmemişti, onların bir yerlere konduğunu. Ya kara bulutlar gibi havadaydılar, ya yuvada. Havadan beslenirler, havadan içerlerdi sularını. Yavaş uçmayı da; deliceler gibi süzülmeyi de hiç bilmezlerdi. Savaş uçakları gibi yüzlercesi, çığlık çığlığa giderdi.
Mevlüt Demir
 
Neşet Ertaş’a sevgi seli
26 Eylül 2012 Çarşamba, 15:23 · tarihinde Ramazan Çakir tarafından eklendi 
 
Kırşehir’in yetiştirdiği büyük ozan Neşet Ertaş’ı kaybettik.
O’nun anısına yapılanlar, ölümün bir ölümsüzlük olduğunu bizlere gösterdi.
Neşet Ertaş’a gösterilen sevgi ve saygının başka açıklaması da yok.
Büyük ozanımız gönüllerimize adeta taht kurmuş.
Kadın-erkek, yaşlı-genç, zengin-fakir tüm Türkiye, O’nu gönülden sevmiş.
Onunla rahatlamış, onunla dertlerini unutmuş, onunla eğlenmiş, onunla dinlenmiş, onunla gönül bağı kurmuş. Bu nedenlerden ötürü de her kesim insan tarafından sevilmiş, sayılmış.
O’nun ölümünden sonra söylenenler de bunun kanıtı.
25 yılda İstanbul’da yaşayan kuzenim Av. Yasemin Çakır, bir sosyal paylaşım sitesinde şunları söylemiş;
“Sazı ve türküyü bizlere sen sevdirdin, ay dost dedin yüreğimizi yaktın, Kırşehir’in gülleri dedin hepimizi oynattın, biz şimdi sazı kimden, türküyü kimden dinleyeceğiz?
Bozkır’ın Tezenesi, Kırşehir’in Abdalı, Teberi, ozanı, hazinesi, efsanesi, Türkü babası, Anadolu’nun çığlığı sevgili Neşet Baba…
Saz tele küsmüş, mızrabın boynu bükük, türküler ağıt söylüyor, gönlümüz seni arıyor, neredesin sen diyeceğiz gayrı.
Güle güle Neşet Baba…”
Posta Gazetesi yazarlarından Candan Tolga Işık, Neşet Ertaş için bakın neler söylüyor:
“Herkes bilmez ama bilen iyi bilir.
Ve Neşet Ertaş bilenle bilmeyen bir olmaz.
İlk gençlik aşklarının, yürek yakan sevdalarıyla usul gözyaşları döken delikanlılar, gencecik gelinlik kızlar bilir, tanır onu…
Bir kere değdi mi yüreğine artık Neşet’le çocuğunu büyütür, Neşet’le yuva kurarsın.
Neşetle çocuğunu büyütür, Neşet’le ölürsün. Bozkır’ın Tezenesi’nin türküleri, aşka bulanmış gönüllerin marşıdır.
Neşet Ertaş, hayat hikayesini şöyle özetlerdi:
“Zengin isen ya bey derler ya paşa,
Fukara isen ya abdal derler, ya cingan haşa!”
Neşet, hayat anlayışını, topluma ve insana bakışını türkülerinden anlatır. Şu dizeleri kadını ne güzel anlatıyor, onlara ne büyük saygı duyuyor;
“İki büyük nimetim var,
Biri anam, diğeri yarim,
İkisine de hürmetim var,
Birisi var etti beni, birisi yar etti beni.”
Neşet, hoşgörülüdür, bağnazlığa, tutuculuğa karşıdır.
Yozgat müftü yardımcısının düğünde oynayan kadınları seyretmenin deyyusluk'' olduğunu söylemesini şiddetle eleştirir; ''Bunu söylemek sizin haddiniz de değil. Allah'a iftira ettiniz. Acele bütün Müslümanlardan özür dileyin.'' Demesi Kırşehir'in aydınlık yüzünü, laik cumhuriyete bağlılığını gösteriyor.
Şu dizelerinde bilime olan sevgisini, hayata bakışını ne güzel anlatıyor;
“İlimsizlik, bilgisizlik yüzünden,
Cehalet, hortlayıp çıkar mı çıkar…
Sevgisizlik, saygısızlık yüzünden,
İnsan insandan bıkar mı bıkar…”
Neşet Ertaş, abdal geleneği içinde yetişmiş bir ozan, abdal geleneği kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır.Abdallığın kökleri, tasavvufa dayanır.
Felsefi derinliği olan hayatın anlamını sorgulayan, bilgece bir yaşam biçimidir.
Gösterişten uzak, insanın kendi özüne yönelerek özünde bulunan soylu değerleri keşfetmesidir.
Bilgece bir yaşamı, alçak gönüllü, gösterişsiz, sadeliği esas alan bu anlayışın gerçek anlamda başlatıcısının Sokrates olduğu söylenir.
Neşet Ertaş'ın şu dizeleri onun tasavvufa ulaştığının bir kanıtıdır.
"Bir yaratmış Allah insanoğlunu,
Ayrılık insanın sözünde olur.
Ayrı görme gel şu insanoğlunu,
Her niyet kişinin özünde olur.
        Güneşi bir guvvet, garardır mı heç?
        Allah sevmediğini yaratır mı heç?
        İnsan olanı, insan daraltır mı heç?
        Haksızlık, Hak'sızın yüzünden olur.                                                                                                                                                                         
İnsana aşığım hak özümdedir,
Garibin özümde hem sözündedir,
Ruhumun aynası bak yüzündedir,
Hakikat insanın gözünde olur."
Kırşehir'in yetiştirdiği büyük halk ozanımız bu dizelerin kendi düşüncelerinin özünü yansıttığını söyler.
Büyük ozanımız 2008 yılında belediyemizin düzenlediği ''Abdallar'' panelinde şu konuşmayı yaptı:
"Sanki saz çalıp türkü söyleyecekmiş gibi. Efendim, belki bildiğiniz, belki bilmediğiniz gibi ben mektebe gidemedim babam gibi. Fazla laf konuşmayı da pek hak edemiyom. Öncelikle bu günü, bir noktayı söylemek istiyorum, sayın büyüklerimiz deyim, hepiniz büyüğümsünüz, hepinize saygım sonsuzdur, sevgim sonsuzdur. Burada kıymetli araştırmacılarımızın da anlattıklarından dolayı sonsuz saygı duyuyorum, sonsuz sevgi duyuyorum. Şurda kısa zaman da epey şey öğrendim. Neyi öğrendim? Tarihi öğrendim anlattıklarından. Bence tarih bugün, ne zam gördüm o gün. Ben haddim olmayarak şöyle bir şey söylemek istiyorum efendim. Hak var ettiğini yok etmiyor ruh olarak. Biraz evvel türkülerimizin içinde geçen ruh bu türkülerimizde var. Vücut ölür ama uruflar ölmez. Bunca mahlûkat var heç biri gülmez, cehennem azabı zordur çekilmez, azap çeken hayvanları görmeli diye türküler de çığırdık, 70 yaşındayım çok yaşayan 100'e kadar yaşıyo, Bu yaşta da bunları söylemeyelim de öldükte sonra mı söyleyelim efendim. Dünyada bu canlar içinde hepimiz ruhuz. 2 can vardır, bir insan canı, bir de insanoğlu olarak erkekler olarak bizim canımız insan sıfatına benzeyen biz insanoğlu, insan analarımız. Biz bu canlar içinde hepimiz ruhuz. Biraz bir şiirin içinde hani nerde ne arıyon divane gönlüm dinle bir kendini anlamak için sen bir ruhsun kalbin ruhuna bağlı iradeni de önlemek için vücut ruh olarak hepimize girdiği için kendimizi bilmiyoruz. Bizim haricimizde bir şey söylemiyor. Ama bize içinde ruh olarak hissettiriyor. Neyin ne olduğunu sana tarif eder. Göz iyiyi kötüyü de görür gözün, şu garibin aciz sözü sıradan bir söz sanma sakın deyi de benim cahillerime, küçüklerime söylediğim laflar var. Özür dileyerek şunu söylemek istiyorum. Bizler yani erkekler olarak, dünyada insanoğlu olarak hepimizin canı aynı can, içinde ayrı ayrı biz ruhlarız. Dünyadaki analarımızın canı aynı can, onlarda onun içinde ayrı ayrı ruhlar ama benim canım yaratılmış can, anamın canı yaratan can canlı can.
Bütün kalpler hani kalpten kalbe giden yol Allah yoluyla gider neden, gece gündüz senlen beraber olan kimdir? Sendeki sendir. Benim canım yaratılmış can yaratıldığını bilen yaratanı da bilir. Öte yandan ne kalır bilmiyorum. Benim aklım iki böyük niğmetim var. Biri anam biri yârim demeye yetti. Çünkü gelmiş geçmiş bütün şairlerin bütün ozanların ne varsa gelmiş geçmiş bugüne gelinceye kadar hepsinin zaten arife tarife hacet yok biliyoruz. Ne dediğini biliyoruz. Burada canlı olan candır. Ve bu canlı canın da en güzeli kimdir diye sorsam hepiniz bunu mutlaka bileceksiniz. Sevdiğimdir. Sevdiğin kimdir? Güzel bir kızdır, öyle değil mi efendim. Sevmediniz mi güzel kızı siz? Hanginiz aşık olmadınız? Dünyaya gelip de aşık olmadım diyen yalan söyler. Aradım şeytanı buldum meğerse yaratmış şeytan hayret ettim orda kaldım gördüm ki adammış şeytan, hayret ettim orda kaldım, hayli fikirlere daldım, adam şeytan olur mu deyi, hakikatten haber aldım, meğerse bilenmiş şeytan. Senin inancını da biliyor, öyle de kandırıyormuş. Şeytan dediğimiz yaratmış ne yazık ki insanlar kanmış, yalanı benimseyen kara yanmış, devri sıfatı huzurunuzdan ırak hayvanmış şeytan. Hak bunu böyle buyurmuş, onu da bize duyurmuş, şükür garibi gayırmış, çok şükür alandan şeytan. Bile bile yalan söyleyen şeytandır. Arife tarife ne hacet, ne hak meydanda gördüysen o senindir, sende onunsun eğer bile bildiysen arif olan bunu bilir. Dere yolunda gevher alır, daha geride ne kalır, dosta gönül verdi isen. Burada canlı bir beden kalır, ruh gider. Ruhun gittiğini hepimiz biliyoruz. Uyuduğunuz zaman uçup gidiyor istediğimiz yerlere. Bu can vücuttan çıktığında ruh görülüyor mu giderken, hayatta da öyle. Böyle olunca ben fazla söylemek istemiyorum. Zaten türkülerimle yıllardır başınızı ağrıttım. Konuşmacılara sonsuz saygımı sunuyorum, ne güzel anlatıyor. Bugünü bizler için düşünüp tespit edenlere sonsuz saygı duyuyorum. Ama bir şeyi belirlemiştim, onu da söyleyeyim. Yeryüzündeki bütün insanoğlu olarak boyumuz ne olursa olsun, hepimiz aynı ölçüye sahibiz. Artısı var mı? Aynı can içindeyiz, ama ayrı ayrı ruhlarız diyorum. Analarımız da aynı, can, ayrı ayrı ruhlar. Bütün kalpler merkeze bağlı olduğuna göre hangimiz aşağıyız birbirimizden, hangimiz yukarıyız birbirimizden. Biz Allah'ın sofrasındayık bu sıfat sayesinde. İnsanlar için dünya cennettir, huzurunuzdan ırak hayvanlar için cehennemdir. Vücut ölür ama uruflar ölmez, bunca mahlukat var hiçbiri gülmez, cehennem azabı zordur çekilmez, azap çeken hayvanları görmeli. Kaplumbağa 200 sene yerde sürünerek yaşıyor, aslan pençeliyo kıramıyo, çekecek o çilesini. Niye? İnsan doğdu dünyada insan ölemedi de onun için, ettiklerini çekiyo. Hepimiz Allah'ın bir ananın çocukları eşit nasılsa, hepimizde Allah'ın var ettiği ruhlar olarak aynı eşitiz. Farkımız birbirinden mi? Senin üç keçin mi? Zengin ise ya bey derler ya paşa; fukara isen ya Abdal derler, ya Çingen haşa! Özür diliyorum bu kadar. Kalp kapakçığım iyice daraldı. Fazla konuşamıyorum. Türkülerimle yeterince başınızı ağrıttım. Sözlerimle de ağrıtmak istemiyorum.
Saygılarımı sunuyorum"
Büyük ozanımızın o doğal konuşmasını hiç değiştirmeden aynen aktarmaya çalıştım.
Kırşehirliler'in gönlüne taht kurdun, hep de öyle kalacaksın, seni ülkemize, Kırşehir'e, insanlığa yaptığın hizmetlerden ötürü hep hayırla anacağız.
Teşekkürler bozkırın büyük ustası.
Nur için de yat, mekanın cennet olsun.
Ruhun şad olsun.
NOT: Kırşehir halkı Neşet Ertaş'ın adıyla anılmaktan gurur duyuyor, onu çok seviyor. Genç, dinamik, çalışkan Belediye Başkanımız Yaşar Bahçeci de Neşet Ertaş'ın adını yaşatmak, Kırşehir kültürüne ve ekonomisine katkı sağlamak için bir program düşünüyordur.
Bozkır'ın türkülerini Neşet Ertaş'ın anılarıyla yaşatmak için, Belediye'nin öncülüğünde Kırşehir İl Kültür Müdürlüğü'nün, Kırşehir Valiliği'nin, sivil toplum örgütlerinin yapacağı her türlü organizasyon Kırşehir halkından, Kırşehir'i sevenlerden büyük destek görecektir.
 
 
 
AHMET AĞA'NIN DOLMUŞU-Mustafa GÖNÜLAL
  Yarı yıl bitmiş.. Karneler dağıtılmıştı.. Memleketi yakın olanlar arkadaşlarıyla vedalaşarak ayrılmış.. Ertesi günü yolcu olacakları uyku tutmamıştı ki.. O gece aniden çıkan şiddetli bir rüzgârın fırtınaya dönüşmesiyle.. Her taraf darma-dağınık olmuştu.. Dersane binasının çatısını oluşturan kocaman saç levhalar kopuyor.. Gökyüzünde kelebekler gibi uçuşarak ziraata kadar varıyor.. Koca binalar gümbür-gümbür  sallanıyordu….. Sabah olmuş.. Valizler hazırlamış.. Memleketlerine gidecekler otobüslere saatlarında yetişemeyeceklerini.. Alınan biletlerin boşa gideceğini düşünüyorlardı.. Kuytu yerlere sığınılarak.. Umutsuzca rüzgârın kesilmesi için dua ediliyor..                Bir yandanda gözler yolda.. Mucize olarak bir vasıtanın gelmesi bekleniyordu….. Ama her şeyi sürükleyen bu fırtınada kim cesaret edipte gelebilir diye yorumlar yapılırken.. Ahmet ağanın.. Koyu-yeşil-yaşlı dolmuşunun.. Normal zamanlarda son tercihimiz oluşunu yüzümüze vura-vura-inileye-inileye gelişine inanamıyorduk.. <Bundan sonra ilk tercihim olacaksın>sözünü vererek.. Vefa borcumu ödemek  için zaman istiyordum.. Bir sene kadar verdiğim sözü tutmuştum..  Neden fazla değilde bir sene.. …………………………..          Bir sonraki ders yılı bitmek üzereydi.. Ereğli’ye gitmek için dolmuş bekliyorduk.. Gelen iki dolmuştan, vefa borcum-sözüm olduğu için Ahmet ağanın dolmuşunu tercih etmiştim…….. Sonradan gelenlerle dolmuş-dolunca.. Bizim ihtiyar hareket etti..  Ziraata doğru salına-salına iniyorduk.. Ahmet ağanın küçük oğlu.. 19 Mayıs’larda Ereğli’lilere parmak ısırtanlardan öğrencimiz Erol.. Dolmuşun muavinliğini yapıyor.. Araba hareket halindeyken kapıyı açıyor.. Arabanın üzerine çıkıyor.. Yukarıdaki eşyalardan düşen varmı diye kontrol ediyor.. Sonra aşağıya iniyorken.. Bir yandan takdir ediyor.. Bir yandan da kaza olacağından korkarak yola devam ediyorduk.. Yolcuların.. Tabiiki benim de genelde dikkatimiz.. Orta sıralarda oturan, komşu köylerden bir hanımın piknik sepetindeki al kirazlarday dı.. Ziraattaki elma bahçelerinin bitiminden sonra.. Ana yola çıktık.. 200 metere kadar sonra.. Ağaçlardan arkası görünmeyen sağ bir virajı alırken.. Karşımıza, bizim taraftan, yani ters taraftan viraj alan bir traktör çıkınca.. Yolun sağ dışına çekilmek zorunda kalan şoforumuz büyük bir faciayı önlemişti ama.. Traktör römorkunun arka kısmı.. Dolmuşun arka köşesine çarpmasıyla birlikte.. Paramparça olan cam-çerçeve parçaları arasında.. Komutla spor yapıyor gibi dolmuşla birlikte taklalar atarak.. Sulama kanalına yuvarlanıyorduk.. Bir süre sonra sallantılar durduğunda.. Dolmuşun tekerlekleri ile bizim ayaklarımız havadaydı.. Biz ayaklarımız üzerine dönebildik ama dolmuş tekerleklerinin üzerine dönemediği belli olduktan sonra.. Ben, en arkada ve en solda oturduğumdan mecburen yolcuların.. Muavin Erol gibi.. Ama arabanın iç tavanına basarak.. Kırılan ön camların boşluklarından dışarı çıkmaya çalıştıklarını.. Ekrem Civcik’in.. Panik yapmayın diye bağırırken.. Kırılan yan camlardan herkesten önce sıyrılarak çıkmaya çalıştığını izliyor.. Sona kalmışlığı avantaja dönüştürmek için.. Nereden çıkmam gerektiğini düşünüyordum.. Önden çıksam.. Ahmet ağanın her zaman su kaynatan.. Öncekiler çıkarken açılmayan radyatörün kapağı açılıverirse.. Haşlama duş alabilirdim.. Ekrem beyin matematik zekasına güvencimden olacak.. Onun çıktığı pencereden çıkmaya karar vermek üzereyken.. Orta taraflardaki kiraz sepenin yanıma kadar yuvarlanmış olduğunu görünce.. Bu koşullarda inşaallah haram olmaz diyerek kiraz yemeye başladığım sırada……. Dışarıya çıkanların.. Birbirinin nasıl olduğunu sorguladıklarını duyuyordum.. Önemli bir yaralanma olmadığına seviniyorlarken.. Herhalde Ekrem beydi.. Gönülal nerde dedi.. Sağa-sola bakıyor göremiyorlardı.. Biri arabanın içine bakalım yaralanmış falan olmasın dedi.. Ters yatmakta olan dolmuşun ters duran pencerelerinden baktıklarında göz-göze geldiğimiz sırada.. Gönülal kiraz yiyor diye bağırmaya başladılar.. Kafayı oynatmış olabilir mi gibi tartışırlarken.. Ekrem beyin çıktığı pencerenin.. Hacim ölçülerime uygun olmaması nedeniyle mecburen ön cam boşluğundan çıkarak yanlarına vardığımda.. Bana.. Normal olup-olmadığıma ilişkin test uygulayışlarından fırsat bulup da.. Kiraz sahibiyle helallaşmayı unutuvermiştim.. Adı geçen-geçmeyen tüm yolculara.. Tüm İvriz mensuplarına Selam ve sevgilerimle……………………………………………………
 
 
YİRMİ BİR ANIT KÖY ENSTİTÜSÜ-Nebi Dadaloğlu
YİRMİ BİR ANIT KÖY ENSTİTÜSÜ
 Aç kaldık da, el açmadık,
 Devrimlere temel taştık,
 Diken söktük,gül diktik,
 Yürü goca halkım yürü...
 
Kırk bin köye kırk bin okul
Savaş bitmiş halkım yoksul
Anam kalmış yetimle dul
Yürü Kızılçullu'm yürü.
 
Savaş açlık kıtlık demek
Günde yetmiş gram ekmek
Karanlığa ışık gerek
Yürü Savaştepe'm yürü.
 
Boz giysiler kazma kürek
Kanlı toprak devirerek
Karanlığa tükürerek
Yürü kır Kepir'im yürü.
 
Harçlar kardık, kürek çektik
Akça binalar yükselttik
Yüzbinlerce fidan diktik
Yürü Pazarören yürü.
 
Eken biçen süren de O
Alın teri, emek de O
Saz, söz, türkü, horan da O
Yürü Arifiye'm yürü.
 
Bengimiz, harmandalımız
Timurağ, Arpazlımız 
Bağımsızlıktı andımız 
Yürü Ortaklar'ım yürü.
 
 Kemençeli Laz uşağı
Titrer bağlardı kuşağı
 Hamsili mısır başağı
Yürü Beşikdüzü'm yürü.
 
Sazlı, sözlü folklorumuz
Halktı bizim umudumuz
Saban değil pulluğumuz
Yürü Ladik, İVRİZ yürü.
 
Bu yerlerde güller biter
Gözağrım gözümde tüter
Kula kulluk artık yeter
Yürü Cılavuz'um yürü.
 
Kavgamız toprak, fen idi
Gavgamız dil, kültür idi
Gavgamız çağdaşlık idi
Yürü Gönen, Aksu'm yürü.
 
İrili ufaklı köyler
Şeyhler, müritler, şefler
Tek keçi südün emerler
Yuru Pulur, Dicle'm yürü.
 
Dağbaşı ışık seliydi
Esenyel çamlık yeliydi
Akan değirmen seliydi
Yürü Yıldızeli'm yürü.
 
Sarıkamış, Çanakkale
Bak kefensiz ölenlere
Yetim hakkı yiyenlere
Yürü Akçadağ'ım yürü.
 
İçte dışta paramız pul
Yaban elde bacımız dul
Ortadirek olur mu kul
Yürü Çifteler'im yürü.
 
Arap at, tiftik keçimiz
Dersliğimiz, çiftliğimiz
Ruhi Su'yla, Veysel'imiz
Yürü Hasanoğlan yürü.
 
Hasan Ali, Tonguç Baba
Sırtımızdan çıktı aba
Altın başak gürgen yaba
Yürü Haruniye'm yürü.
 
Karagüç kuyular kazar
Kırk bin köyde bizim mezar
Dadal destanını yazar
Yürü Gölköy, Ernis yürü...
 
NEBİ DADALOĞLU
 
 
1968-1974 İvriz İlköğretmen Okulu ve Tarım Eğitimi-Mustafa GÖNÜLAL
1968-1974 İVRİZ ÖĞRETMEN OKULU VE TARIM EĞİTİMİ
GENEL BİLGİ:
 
Ereğli’nin güneydoğusunda, Torosların bir uzantısı olan Bolkar dağlarının eteklerinde 2.200 dekarlık bir arazi vardı. 80 dekarlık bölümü okul sahasıydı. Okul ailesi bu bölümde eğitim görür ve yaşamlarını sürdürürlerdi. Uğraşları;öğretmeniyle, öğrencisiyle, memuru ve diğer görevlileriyle 2.200 dekarlık bölümünde bitmeden tükenmeden devam eder ama uzaktan kendi kabuğuna çekilmiş gibi görünürdü……
 
TARLA TARIMI: Arazinin 1061 dekarlık bölümünde tarla tarımı yapılırdı. Azamî verim almak için, uzun bir süre kendi haline bırakılmışlığından soyutlanıp, her türlü çağdaş ve teknik hususlar uygulanarak çevrenin dikkatini çeker olmuştu. İlkbaharın pazar veya diğer tatil günlerinde sizler, yemyeşil ekinler üzerinde, kendi işinizmiş gibi titizlik-sorumluluk ve ağırbaşlılıkla Azotlu gübreleri serperken, tanık olanların maşaallahlı övgülerine neden olurdunuz………… Devletin hantal yapısı ve bürokratik sorunlar nedeniyle; eski model bir traktör.. Çevre suların köylere ancak yetebilmesi.. Toprak altı sularından ekonomik nedenlerden dolayı yararlanılamaması gibi engeller nedeniyle millî servet değerlendirilemiyor.. Arazinin sulama sahasından uzak olan yukarıdaki büyük bir bölümü mera olarak kullanılmak zorunda kalınıyordu…………
 
MEYVECİLİK: 65 Dekar elma, 27 dekar vişne bahçesi vardı. Bahçelerin etrafında çepeçevre minare boyu, çit özelliğini yitirmiş, ağaçlaşmış dikenli gladiçyalar vardı. Hem bahçelerde hava sirkilasyonunu önlüyor, hemde yüksek olduklarından ilaç yetişmiyor ve masraflı oluyor, haşere ve hastalıkların üremelerine yataklık ediyorlardı. Önce onlar temizlenerek bahçelere derin bir nefes aldırıldı. Elma bahçesi, 5x5 m.aralıklarla tesis edilmiş olduğundan ve büyüdüklerinden, traktör giremiyor, toprak işlemesi öğrenciler tarafından bellenerek yapılıyordu. Çaprazına birer sıra sökülerek, traktörle toprak sürülmeye-ilaçlanmaya başlandı. Budama-gübreleme-meyve toplama ve her konunun daha ekonomik yapılması, ürünün daha kaliteli ve en üst seviyede alınması sağlandı. Öğrencilerse; artık belleme gibi işcilik değil, budama gibi ustalık gerektiren uygulamalarda bulunuyorlardı………
 
YENİ BAHÇE TESİSİ: Mevcut bahçelerin yaşlanması nedeniyle, 20 Dekar elma, 20 dekar armut, 13 dekar yeni vişne bahçesi, kanalın altında sizlerle birlikte oluşturulmuştu…
 
TÜKETİM: Alışkanlık haline gelmiş olan, hal’e-pazara meyve satışına son verilmiş, sofralıkların tamamı meyva olarak yemeklerde, altına dökülenlerde sizler tarafından marmelat yapılarak kahvaltı tabuldotlarında çıkartılmaya başlanmıştı… …
 
BAĞCILIK: Derslerde öğrendiğiniz bağ budamasını pekiştirmek için, pazar günleri gündüzlü öğrencilerde dahil bağa gelirdiniz.. Bağ bıçkısının elinizi kestiğine aldırmazdınız ama yüreğim sızlarken gönül bağlarımızın güçlendiğini hissederdim………………
 
SEBZECİLİK: Okulun Sarıca’daki tarlasında, geniş çapta patates ve kuru soğan ziraatı yapılarak okulun ihtiyacı karşılanırdı. Bölgenin iklim özelliği nedeniyle diğer sebze türlerinin üretimi ekonomik olmadığından, hizmetlileri daha verimli işlere yöneltmek için ailelerin ihtiyacı için yapılan üretimlerede son verilmişti…………
 
PİKNİKTE BİLE ÜRETİM: Hatırlarsınız.. Bir tatil günü, gündüzlülerde dahil 900 kişilik okulun tamamıyla, her sınıf, son sınıftan birer ağabey-ablalarının nezaretinde yürüyerek kumanyalarla birlikte Sarıca’ya gidilmiş.. Akşama kadar piknik yapılmış. Top vs. çeşitli oyunlar oynanmış.. Okulun patates tarlasında, karışıklık ve üründe fire olmaması için sırası gelen 15 kişilik kümeler halinde, ağabeyler-ablalar nezaretinde, yarımşar saat, son derece titiz ve dikkatli olarak patates hasadı yapmıştınız.. Hiç bir öğretmen müdahalesi ve en ufak bir olay olmadan hem eğlenmiş.. Hemde koskoca tarladaki patateslerin tamamını hasat etmiş.. Ziraatta görevli ve çevreden tanık olanların hayranlık ve takdirlerini haketmiştiniz.. Tabiiki son sınıflar hakettikleri yönetim notlarına.. Sizlerde eğitim notlarına ve takdirlerimize layık olmuş, gönüllerimizi fethetmiştiniz………
 
UYGULAMA: Her dersin uygulamasını aynı sorumluk duygusuyla yapardınız zaten.. Ders zili çalar-çalmaz, ben olayım-olmayayım, ders dışarıdaysa kuyruğa girerek ders aletlerinizi alır, usulüne göre taşıyarak uygulama alanına varır, önceden planlandığı şekilde uygulamaya başlardınız. Ama bende zil çalarken sınıf kapısında veya uygulama yerinde olmaya özen gösterir ve uygulama sırasında, sadece danışmanlık için çağırdığınızda yanınıza gelirdim………
 
TEFTİŞ: Ders zili çalmak üzereydi.. Kapı tık’ladı.. Odaya giren kişi, kendisinin müfettiş olduğunu söyledi.. O sırada zil çaldı.. Sen ne öğretmenisin dedi. Tarım öğretmeniyim dedim. Dersin varmı dedi.. Var dedim.. Ne işin var burda o zaman dediğinde.. kendinin oyalaması nedeniyle orada olduğumu imâ edercesine gülünce, kızdı.. <Maşallah-maşallah saldım çayıra mevlam kayıra.. Seni teftiş edeyim öyleyse> dedi.. Sınıfımı sordu.. Öğrenciler uygulama alanındalar dedim.. Haydi öyleyse görelim, dedi.. Dersinin konusu ne dedi.. Eski yemekanenin üzerindeki akasyalığın bakım işleri, dedim.. Oraya vardığımızda sizler her zamanki gibi kendi alanlarınızda, kendi işlerinize dalmıştınız.. Bağırarak:<Ne zaman haber uçurdun bunlara> dedi.. Ne haberi müfettiş bey her zaman böyledirler dedim.. <Sen onu külahıma anlat> dediğinde, bu diyaloğumuzu duyan sizler hayretle ve üzüntüyle olanları izliyordunuz…………
 
MODERN SÜT İNEKÇİLİĞİ: İlkel durumda olan hayvancılık terkedilerek, Modern-sineksiz-yataklıklı-özel yem karışımlı, Montofon ırkı süt inekçiliğine geçilmiş. Soy kütükleriyle birlikte, Konya ili ve ilçeleri içerisinde uzmanlarca örnek üretim merkezi olarak seçilmişti ahırımız. Pırıl-pırıl olacak şekilde ineklerin tımarlarının yapılmasından-tanıtım levhalarına kadar sizlerin büyük katkıları olmuş… Artan sütlerden, son teknikte peynir üretimine başlanmıştı…
 
MODERN KOYUNCULUK: Merinos çiftliğindeki koyunlardan daha üstün vasıflarda olan Merinos-Akkaraman meleziyle deneme amaçlı koyun üretimine başlanmış, öğrenci tabuldotlarında çıkartılmıştı. Üretimi genişletmek, ağıl yapmak için girişim de bulunduğumuz sıralarda siyasî olaylar başlamış, yönetim değişikliği falan derken hevesimiz kursağımızda kalmıştı…
 
MODERN TAVUK ÜRETİMİ: Tavuk üretiminin ve uygulamasının daha kolay ve ekonomik olması için, eski öğrenci yatakanelerinde başlanan 500 adet, Newhemşair ırkı tavuk üretimine, yem fiatlarının pahalanması, yumurta fiatlarının düşmesi nedeniyle zarar edilmemesi için son verilmişti……
 
MODERN HİNDİCİLİK: Tavukların beslenmesinde yemek artıkları hastalığa neden olacağından onlara verilemiyor ve dökülüyordu.. Aynı yerler hindilere göre dizayn edilerek, tanesi ortalama 10-15 kğ. Ağırlığında olan 400 adet Amerikan Hindisi üretimine geçilmiş. Böylece hem dökülmekte olan yemek artıklarıyla, hemde okul merasında… Ucuna kırmızı çabut bağlanan uzun sopalar etrafında dağılmadan yayılarak beslenmeleri sağlanmış, yılbaşlarındada öğrenci tabuldotlarında çıkarılmıştı…… …
 
MERA ALANINI AĞAÇLANDIRMA: 1968-1970 yılı arasında yani iki yılda, 150 dekarlık meranın, erozyona uğramaması için, sizler tarafından teraslama yapılarak, yağmur sularıyla idare edebilecek özellikte, kuraklığa dayanıklı ve değerli bir yiyecek olduğu için, çekirdekten badem üretim alanı oluşturulmuştu…
 
İVRİZ RÛHU: Bana dahi söylemeden, nöbetçi öğretmenlerden izin alarak, akasyaları; Gaybililer’in ekin suladıkları suları habersiz çevirerek sulardınız sabahlara kadar ve izin verilmesine rağmen, ertesi günü gene derslerinize devam ederdiniz…… Arasıra bakardım, bu gece sulayan varsa ziyaret edeyim ve azık götüreyim diye………
 
GAZLI KULUÇKA MAKİNASINI ELEKTRİKLİYE ÇEVİRME VE CİVCİV ÜRETİMİ: Okul deposundaki eski-gazlı-kullanılmayan kuluçka makinasını ceryanlıya çevirip faal hale getirmiş.. Okul salonunda teşhir ederek civciv üretimine başlamıştınız.. Okul müdürü Cemil Cahit Bozkurt, şakavarî:<Bundan civciv çıkarsa bıyıklarımı keserim> demişti.. Üretim sırasında ve sonrasındaki bakımları, müzik evinin bir bölümünde yapılırken hepimiz, pürneşe cıvıltılarını-keyiflerinden sırtüstü yatışlarını izlerdik.. Görevli olanlar, ceryan kesilirse telef olmasınlar diye geceleri ve tatillerde nöbetleşe yanlarında yatarlardı…
 
EV GÜVERCİNİ ÜRETİMİ: Güvercin üretimi görevini üstlenenlerin organizesi ve hepinizin büyük çabalarıyla modern bir güvercinlik yapmış. Kedilerden korumak için yanlarından ayrılamaz olmuştunuz……
 
TAVŞAN ÜRETİMİ: Yeni Zelanda ırkı tavşan üretimini üstlenenlerle birlikte, kışın, eski öğrenci yatakanelerinde, yazın telörgüyle çevirdiğiniz çimenlerde yer altı yuvaları oluşturarak tavşan üretimi yapmış, köpeklerden korumak için yanlarından ayrılmaz olmuş ve çoğaldıklarında tabuldotlara yansıtmıştınız…
 
AKVARYUM BALIKÇILIĞI: Akvaryum balık üretimini üstlenenler rehberliğinde, lokallere akvaryumların yapılması ve bakımları sırasında, farklı bir hassasiyet isteyen bu görevleri herbiriniz aksatmaksızın yapmıştınız…… Ders içinde ve dışında, yukarıda sözü edilen üretimlerle hepiniz içtenlikle ilgilenir ve katkıda bulunurdunuz……
 
TARIM EĞİTSEL KOLU LABARATUARI: Revirin boş olan bir odasını Tarım Labaratuarı yapmıştınız…
 
TARIM SANATLARI: Tarım Eğitsel Kolu rehberliğinde;  turşu-marmelat-reçel-peynir-yoğurt üretimleri yapar.. <Tarım Kolu Yoğurtları> yazılı kâselerle, yemeklerde arkadaşlarınıza satmayı, yemek yemekten daha öncelikli görev sayardınız… Ektiğiniz soğanları yemez, Tarım Eğitsel Koluna gelir olsun diye satardınız…
 
TARIM SPOR Tarım Eğitsel Kolunun gelirleriyle; Tarım Spora forma yapar veya sayılan üretim yerlerinin oluşumlarında-bakım-beslenmeleri sırasında..masraf gerektiren yerlerde.. üst düzey sporcuların transferlerinde, <Bir kavanoz marmelat>gibi espirili-sembolik bedelleri karşılamakta kullanırdınız… Ve Tarım Sporu, dersler arası okul liginde şampiyon yapmıştınız……
YIL SONU TARIM SERGİLERİ: Sergi açıldığı yıllarda ürünlerinizi iftiharla sergiler ve büyük övgüler alırdınız…… Her yılki Tarım faaliyetlerini, öğretmen-öğrenci kadrolarını büyükçe bir sayfaya yazarak, Tarım Tarihinin ilk sayfasını oluşturmuş ama maalesef siyasî nedenlerden dolayı, yukarıda yazılan bazı faaliyetlere ara verildiği gibi tarım tarihinin devamınıda getirememiştiniz. O nedenle ve bir gün lazım olabilir düşüncesiyle bu yazdıklarımı küçük notlar halinde saklamıştım……
 
SAKSI ÇİÇEĞİ ÜRETİMİ: Hepiniz bir saksı çiçek üretir ve sınıfların en arka duvarının dibinde numara sırasına göre dizerek bakımlarını yapar, standart boylarda çubuklara, standart boylardaki etiketler takardınız.. Öğretmen olmadan önceki öğrencilerinizdi onlar.. Onlara nasıl bakarsanız öğrencilerinizede öyle bakacağınızın erken sınavını verir ve öğrencilerinizin, diğerleri yanında mahzun kalmaması için çabalardınız……
 
BİR ANI: Tarım dersinde hayvan gübrelerini anlatırken; Tabii gübrelerden şerbet(Canlıların idrarı) konusunu işledikten sonraki derslerde saksıların altında sarı lekelerin nedenini sorduğumda.. <Uygulama>hocam demiştiniz… O çiçekler büyürler.. Bayramlarda okulun tüm salonlarına özenle ve iftiharla yerleştirdiğinizde her taraf çiçek bahçesi gibi olurdu…
 
ÇİÇEK YARIŞMASI: Sene sonunda çiçek yarışması yapardınız.. Çiçek yarışmasının çevre köylerinide kapsayacak şekilde olmasını düşünmüştünüz ama maalesef o düşüncelerde aynı nedenlerden dolayı içimizde kalmıştı.. Tüm bu faaliyetleriniz, istek üzerine bir uygulama okuluna taşındığında çok farklı beğeni toplamış ve takdir edilmiştiniz………
 
TARIM ORKESTRASI: Müzik öğretmeninin olmadığı zamanlarda Tarım Orkestrası oluştururdunuz. Çünkü müzik öğretmenleri haklı olarak yanlış icra ve sesli yorumlara izin vermezlerdi.. Ayak vurmalı bateriyi kendi yaratıcı güçlerinizle nasıl oluşturduğunuzu hayretle, pratikten oluşturduğunuz parçaları büyük bir zevkle izlerdik.. Konser bile verirdiniz.. Hatta okul müdürlüğüne Nurettin Tamay atandığında öğretmenler lokalindeki <hoşgeldi>gecesini, orkestranızla ve büyük bir beğeniyle şenlendirmiştiniz..
 
SINIFTA TARIM DERSLERİ: Her hafta biriniz, sırayla-değişimli olarak sınıfın-arkadaşlarınızın temizliğinden, tertibinden sorumlu olur.. Sizler, kendi temizlik-saç-tırnak-giyim-sıra altı-sıra içi-kitap-defter tertip ve düzeninizden haftanın sorumlusu tarafından denetlenirdiniz.. Denetim sonuçları, mecburen, adaletli olarak bana iletilirdi. Bende, her birinizin eğitim sayfasına aktarırdım:kravat-saç-tırnak vs. gibi.. Sınıf sorumlusunuda çabasına-özverisine göre değerlendirir, sorumluluk notu verirdim.. Tarım dersi sınıfta yapılacaksa, gerek sınıfsal-gerek bireysel temizlik ve düzen telaşından sınıf ve herkes toz duman içinde kalır ama temiz-düzenli ve tertipli olurdu… … Boş zamanlarınızda dışarıda gezerkende:kağıt almadı-attı-küfür gibi notlar tutarak değerlendirdiğim için beni görünce, bir şey varmı yerlerde-üzerimde görmediğim diye sevimli bir telaş içinde olurdunuz.. Tabiiki olumlu davranışlarınızıda not eder, davranışlarınız, önemlerine göre biribirini götürür, kalanları nasıl değerlendirdiğimi sizlere açıklardım.. Gülünç-komik-alay konusu gibi düşünmediğinizi, öğretmen olacağınızın sorumluluğuyla birer ipucu verilmekte olduğunun bilincinde olduğunuzu bilirdim. Verdiğim eğitim notlarının ortalamasıyla, ders notlarının ortalamasının ortalaması karne notunuz olurdu.. Eğitim notunuz genelde yüksek olurdu, çünkü hakederdiniz……
 
SINIFTA DERS KONULARI: Her zaman geçerli olabilen-değişmeyen temel konulara önem verirdim.. Örneğin öğretmen-öğrenci ilişkilerinde: Sevgi-Saygı-İlgi-Takip-Takdir’in gerekliliği, gibi.. Bitki hastalık-haşereleriyle ilgili konuyu işlerken.. Bir yığın ezber yerine, hastalıklı bir dalın-yaprağın, ne şekilde götürülerek, hastalığın, mücadele şeklinin-zamanının- uygulama şeklinin.. Ziraî Mücadele Müdürlüklerinden-Mühendisliklerinden öğrenilebilineceği gibi.. Ve tüm bilgilerin hangi kurumlarla ve nasıl bir iletişimle öğrenilebilineceği gibi.. Çünkü, bu ezber konuların şeklide, yöntemide devamlı değişerek-gelişerek yapılmaktadır her zaman diye… O nedenle nazarî bilgilerde zorluk çekmemiştiniz……… Eğer vermek istediğim anahtar bilgileri iyi muhafaza etmiş ve zamanı gelince uygulamışsanız, mutlaka faydalarını görmüş olmalısınız diye düşünüyorum…  
MEZUNLARIN FAALİYET PANOSU: Okul salonundaki mezunlar panosunda, ağabeylerinizin-ablalarınızın gönderdikleri tüm konularla ilgili mektupları teşhir ederdiniz……  
BU KONU İLE İLGİLİ BİR ANI: Hakâri-Yüksekova’nın-hiç meyve üretimi yapılmayan, adını hatırlayamadığım bir köyünde öğretmenlik yapan bir ağabeyiniz, memleketinden aşılı fidanlar götürerek modern bir meyva bahçesi oluşturmuş, arıcılığı öğretmiş.. Gür, akar su kaynakları olduğu için hidroelektrik ünitesi oluşturup, köyüne ceryan sağlamayı hedeflemiş olduğunu yazmıştı bana.. Onbeş tatiline geldiğinde durumu genişce anlattıktan sonra, tatilini dinlenerek değil, beraber Ereğli Belediye kapısını aşındırarak, geçmişte kullandıkları.. Eski hidro elektrik motoru tedariki için geçirmişti…… Sonrasını…… Bu yazdıklarıma önem verir, isimler aşamasına geçer ve kendisini aramayı düşünürseniz öğrenirsiniz……
SİZLERE OLAN SAYGIM: Sizden beklentilerim bende olmasaydı.. Sizden istediklerimi ben size veremeseydim. Beni dikkate almayacağınızın-yaşamınıza-eğitim hizmetlerinize yansıtmayacağınızın büyük sorumluluğunu-vebalini düşünürdüm her zaman.. Sizlerde bunun farkında olduğunuz için karşılıklı samimi bir uyum ve otokontrol oluşturmuştuk... Ayak-ayak üstünde oturuyorsam ve o sırada siz geçiyorsanız yakından-uzaktan, ayağımı derhal indirirdim bilinçaltı bir dürtüyle.. Yolda yürürken karşılaştığımızda, ceketimin önü açıksa, derhal ilikleyerek, saygıyla ve içtenlikle selam vermeye özen gösterdiğimin farkına daha sonra varabilirdim.. Elimde işi bitmiş bir kâğıdı-atmam gereken bir şeyi dağbaşındada yere atacak olsam, sizden bir gören olurda öğretmenim ne yapıyorsun diyeceksiniz diye atamazdım……
KÜÇÜK İNŞAAT İŞLERİ: İşlik binasını otopark yapmıştınız.. Okulun Giriş bölümü özenle çok güzel inşaa ve dizayn etmiştiniz.. Her türlü badana-boya tamiratları.. Gerek derslerde, gerek boş zamanlarınızda sizler yapardınız… Galiba pek boş zamanınız olmazdı.. Diye düşünüyorum…… Mutlaka dikkatinizden kaçmamıştır.. Yukarıdaki hususları naklederken, unuttuklarım mutlaka olur ve haklı olarak gücenirler diye hiç isim vermedim… Daha önce bu dökümanı sizlere ilettiğimde..
İVRİZLİLER GRUBU YÖNETİMİNCE.. İvrizliler Belgesi oluşturulduğunu bilmediğim için.. İvrizliler Belgeseli oluşturmanızı önermiştim.. Zaten oluşturulmakta olduğunu öğrenince çok sevindim.. GÖSTERİŞSİZ KAHRAMANLARIMIZDINIZ .. UNUTULMANIZA GÖNLÜMÜZ RAZI OLAMAZDI.. Böylesi bir tarihî sorumluluğu İvriz'imize lâyık ve en güzel bir şekilde başaracağınıza kesinlikle inanıyorum.. Tümünüze selam ve sevgilerle...
 
 
 
KÖY ENSTİTÜLERİ (ZİRAAT) MARŞI
KÖY ENSTİTÜLERİ (ZİRAAT) MARŞI
 Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine
 Milletin her kazancı, milletin kesesine,
 Toplandık has çiftçinin Atatürk'ün sesine,
 Toprakla savaş için ziraat cephesine.
 Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz,
 Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.
 İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak.
 En yeni aletlerle en içten çalışarak,
 Türk için yine yakın dünyaya örnek olmak,
 Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alnı ak.
 Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
 Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
 Kuracağız öz yurtta, dirliği düzenliği.
 Yıkıyor engelleri, ulus egemenliği
 Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği.
 Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği.
 Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
 Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz 
Güfte: Behçet Kemal ÇAĞLAR Beste: Ahmet Adnan SAYGUN
 
İHANET
Şimşekler, ne zaman çakıp, Gök yarılsa,
 Geldiğini var sayar,... Sahile damlardım.
 Ve ay belenirken karanlığa,
 Ben kulak kesilirdim aydınlığa.
 Gıyırdaşan kumlardı, Çıplak ayaklarına dolanan.
 Ve hoyrat bir rüzgârdı, Islak bedenini kucaklayan.
 Oysa, bendim seni bekleyen
 Bendim; Asırlardır gözlerini ufuktan ayırmayan.
 Moraran bulutlardan, sesin gelir,Aklımdan sen geçerdin.
Ilık nefesinde ısınır, Islanmış saçlarında, Yine, ben üşürdüm.
Geceler boyu, seni özler, Kendime, ben eşlik ederdim.
 En güzel ıslığı ben çalar, En güzel türküyü de, Yine ben söylerdim.
 Bir aksi sedadır kulaklarımda,
 En iyi ben dinler, En çok ben alkışlardım
 
 MEVLÜT DEMİR
 
 
6-8 Nisan KEMER İVRİZLİLER BULUŞMASI AÇIŞ KONUŞMASI-Nalan Karataş CEYHAN
Saygıdeğer öğretmenlerim, sevgili İvrizliler ve değerli eşleri, hepiniz hoş geldiniz. Birçoğunuz yakın ve uzak yerlerden, hatta yurtdışından çağrımıza karşılık vererek buralara kadar geldiniz. Bizler için zaman ayırdınız. Birlikte olabilmek adına özveride bulundunuz. Sizlere bu duyarlılığınızdan dolayı çok teşekkür ediyorum.
 Değerli İvrizliler, okul yıllarındaki anılarımıza ulaşabilmek adına geçen Mayıs ayında açtığımız İVRİZLİLER sayfasında; izlediğiniz gibi,kısa bir süre içerisinde birçok öğretmenimizle ve okul arkadaşımızla buluşma fırsatı bulduk. Öğretmenlerimizin ve arkadaşlarımızın izini buldukça, özlemimiz bir heyecan fırtınasına dönüştü.  Bu coşku, bildiğiniz gibi artarak devam etti ve bizleri buralara kadar getirdi.Meğer İvriz’e ve İvrizli yıllara ne büyük bir özlem varmış. Birbirimizi ne kadar çok özlemişiz. Hepinizin, en az benim kadar duygu dolu olduğunuzu görüyorum. Aradan kırk yıl değil, yüz yıl da geçse, her buluşmamızda, bu sevinci yaşayacağımıza, ben yürekten inanıyorum.  Bu mutluluk tablosu içerisinde yer alabilmek,  büyük bir onurdur. Hepinizle ne kadar gurur duysak yeridir.
 
 Değerli arkadaşlarım, bizler, hepimiz İvriz sevdalısı insanlarız. Çünkü çocukluğumuz ve gençliğimiz orada geçti. Acı-tatlı anılarımızla dolu olan bu yıllar, hepimizin kişiliğinin geliştiği ve kimliğimizin oluştuğu bir dönem oldu. Bakınız, aradan yarım yüzyıla yakın bir zaman geçmesine rağmen belleğimizden hiçbir şey silinmemiş. Anılarımız, dün gibi, hala tazeliğini koruyor. İvriz’de, öğretmeniyle- öğrencisiyle, işçisiyle-memuruyla, büyük bir ailenin ayrılmaz parçaları gibiydik. İşte bu özelliğimiz bugün bizleri biraraya getirdi. Değerli arkadaşlarım, gördüğünüz gibi, bugün yine büyük bir gururla söyleyebiliriz ki; bizler, hala büyük bir aileyiz. İşte tarih öğretmenimiz Mehmet Günay, tarım öğretmenlerimiz Mustafa Gönülal ve İsmetSönmezocak; meslek dersleri öğretmenlerimiz Selahattin Yıldırım,  Abdurrahman Yılmaz, Osman Göker ve Ramazan Çakır;resim öğretmenlerimiz İsmail Göçer, Behiye Eyikan ve Şafak Koşar; matematik öğretmenimiz Hasan Pehlivanoğlu,  fen grubu öğretmenlerimiz Ahmet Eroğlu, Erdal ve Nihal Acar; edebiyat öğretmenlerimiz Nuri Güngör, Dr Hacı Veli Aldemir ve Gülayşe Aydemir, hepsi buradalar.
Saygıdeğer öğretmenlerim; bugün sizleri, uzun bir aradan sonra, yeniden bir arada görmek, beni ayrıca duygulandırdı. Çünkü sizleri gördükçe, İvriz’de birçoğunuzla birlikte çalışmış olan, babam Mustafa Karataş’ı da görmüş gibi oldum.  O da sizin gibi öğrencilerine düşkün bir İvrizli idi. Ne yazık ki, o artık gelemiyor. İyi ki sizler varsınız ve burada birlikteyiz. Şeref verdiniz; bizlere güç ve moral verdiniz. Hepinize sağlık ve mutluluk içerisinde uzun ömürler diliyorum.
 
Birlikte geçireceğimiz iki günün ardından, güzel anılarla,sağ ve salim olarak evlerinize dönmenizi diler, saygılarımı sunarım.
 
                                             Nalan Karataş CEYHAN
 
 
 
YEŞİL KÖŞK -Mustafa Ceyhan
2001Mayıs ayında yazdığım bu deneme yazısı, Hüseyin Selçuk Vural'ın profil resminde bulunan tarihi binanın tasvirini amaçlamaktaydı. Hüseyin Ağabeyin isteği üzerine tozlu arşivlerden çıkarıldı.
MustafaCEYHAN
 
Oniki yaşında İvriz’e okumaya gelmiş bir köylü çocuğunun gözüyle, o yıllardaki bütün güzellikleri yeşil köşkte bulmuştum. Gençlik yıllarımızda izlediğimiz Türk filmlerinin en fırtınalı en ihtiraslı sahnelerinin, hep o yeşil köşkün göremediğimiz iç mekanlarında çekildiğini sanır; “Hıçkırık” ve “Veremli Kız” senaryolarını Yeşil Köşk’e yakıştırırdım. Kerime NADİR’İN aşk romanlarındaki kahramanlarının da  bu evde yaşadığına inanırdım. Ne unutulmaz aşklar, kim bilir belki de ne büyük ihanetler yaşanmıştır Yeşil Köşk’te?  “Ne güzel komşumuzdun sen” diye başlayan şarkıdaki “Fahriye Abla” belki de bu yeşil köşkte yaşadı.  Agatha Christie, bu köşkü görseydi,  mutlaka çok sürükleyici, sonucu kolay kolay tahmin edilemeyen gizem ve heyecan dolu, müthiş bir cinayet romanı yazardı.
 
O, dört mevsimi dolu dolu yaşayan büyük bir efsaneydi. Kışın gelinliğini giyer; sonbaharda sarıya, kızıla bürünürdü. Asırlık çınarların arasındaki o mağrur görüntüsüyle, zenginliğin Ereğli’deki tek temsilcisiydi. Alımlı ve gizem doluydu. Sahibi mutlaka çok zengin ama bir o kadar da görgülü ve görenekli bir bey olsa gerek. Hanımefendinin güzelliği de dillere destandı. Mutlaka “ince hastalık”tan ölmüştür. İnsanlar onu görmek, onunla göz göze gelebilmek, hayal dünyasında da olsa, onunla birlikte olabilmek için İstasyon Caddesi’ne mutlaka uğrar; cadde, köşkün yarattığı kalabalıkla canlanır ve hayat bulurdu. “Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yar, hiç bitmiyor yüreğimin sevdası yar” diyen karasevdalı, belki de bu kalabalık arasında hiç fark edemediğimiz biriydi.
 
Ne güzel, ne görkemli bir yapıydı Yeşil Köşk. Nereden bilinebilir, belki de Tac Mahal gibi, büyük bir sevginin eseri olarak yapıldı. Onu çizen mimar ile onu yapan ustalar kimlerdi acaba? Çoktan ölmüşlerdir gerçi.
 
Balkonlarındaki canlılık çok çekiciydi. Güzel bir kadının geceliğine bezenmiş dantel gibi, etkileyici bir zarafet içerisindeki balkon korkulukları; hele bir de çiçeklerin renk cümbüşüyle bütünleşince, hiç dayanılmaz olurdu. Bu dönemlerde balkonun gerisine olan özlemimiz daha da artardı.
 
İlkbaharın gelmesiyle başlayan canlılık en iyi köşkte yaşanırdı. Ağaçların, çiçeklerin ve kuşların bahar sevinci çok belirgin olarak orada gözlenebilirdi. İlk gelen göçmen kuş, en ayrıcalıklı yer olarak köşkün bacasına yerleşir; Bizlere de tepeden bakarak bu güzelliklerin tadını çıkarırdı.
 
Yeşil Köşkün cümle kapısı, bu sanat eserinin en göz alıcı, en çarpıcı bölümüydü. Konuştuğum insanlardan, hep o kapıdan içeriye girebilmeyi hayal ettiklerini duyardım. Köşke ilk girişimde duyduğum heyecanı ve mutluluğu bugün hala hatırlıyorum. Ne zaman değişik bir kapıdan geçsem, o günler aklıma gelir; aynı duyguları yaşarım.
 
Yıllar sonra yeniden gördüğüm yeşil köşkteki yıpranmışlık, iç dünyamda fırtınalar estirdi; beni o günlerdeki anılarıma götürdü. Hüzünle karışık yeni duyguların oluşmasına neden oldu. Hele köşkü 35 yıl önce ilk kez gördüğüm zaman, ruh ve düşünce düzeyinde yarattığı etkileri hatırladıkça, duygularımın karışıklığı bir kat daha arttı.
 
Köşk, yılların yorgunluğu ile yüzündeki hatları iyice derinleşmiş, yaşlı ama onurlu bir Kızılderili anası gibi orada duruyor. Ancak kapısı penceresi eskimiş, balkonları aşağıya doğru sarkmış, çatısı bakımsızlıktan göçmek üzere. Köşkün ikinci sahipleri olan leylekler artık köşkü tercih etmiyor. Bahçedeki çiçekler açmaz olmuş. Asırlık çınarların üzüntüleri kuruyan, dökülen dallarından anlaşılıyor. O güzelim köşkün boya ve badanası eski canlılığını kaybetmiş, ahşap kısımları çürümeye yüz tutmuş. O muhteşem kapıda ne yazık ki hiçbir canlılık kalmamış; Akşamları ve bayramlarda görülen kalabalık ziyaretçiler artık görülmez olmuş. Köşkün parlak geçmişinin pek farkında olmayan şimdiki konukları bu görkemli girişi kullanmayı bırakıp, hiç uygun olmadığı halde arkadaki tahliye kapısını esas giriş kapısı gibi kullanmaya başlamışlar. Köşk için en onur kırıcı olanı da bu olsa gerek. İnsanın içinden hep “hey gidi günler hey, nereden nereye…” demek geliyor.
 
Yeşil köşkün lambaları eskisi kadar parlak yanmıyor. Köşk, bir yandan “maziye bir bakıver, neler neler yaşanmış” dercesine, hüzünlü yalnızlığını yaşarken; diğer yandan da yeni güzeller ve pahalı gözdeler arasında, asaletinden hiçbir şey kaybetmeden ayakta durmaya devam ediyor.

Please publish modules in offcanvas position.