SEZARİZM VE HALK EGEMENLİĞİ

5 Şubat 2014, 13:10

Sözlükler, Sezarizmi “Hiçbir yasal, hukuki ve ahlaki sınır tanımayan diktatörlük” olarak tanımlar. 

Doğal olarak bu sözcük, Roma İmparatoru Sezar’dan geliyor. 

Sezar, nitelikli bir asker olarak büyük zaferler kazanmış, bunun sonunda da Roma Senatosu Sezar’ı ömür boyu diktatör olarak ilan etmiştir. 

Sezar’ın diktatörlüğüne karşı çıkan Brütüs ve arkadaşları, Sezar’ı öldürmüşlerdir. 

Brütüs, Shakespeare’nin Julius Sezar isimli eserinde Sezar’ı neden öldürdüğünü şöyle açıklar;

“Sezar’ı daha az sevdiğim için değil, Roma’yı daha çok sevdiğimden Sezar’ı öldürdüm. 

Sezar, yaşayıp da hepimizin köle olarak ölmemiz mi daha iyi, yoksa Sezar ölüp de hepimizin özgür insanlar olarak yaşamamız mı?

Sezar bir kahramandı, saygı duyarım. Ama tutkuya kapıldı, öldürdüm.

Sevgisine gözyaşı, mutluluğuna sevinç, yiğitliğine saygı, tutkusuna ölüm.

Köle olmayı isteyecek kadar aşağılık biri var mı burada? Varsa söylesin: O’na kötülük ettim.

Romalı olmayı sevmeyecek kadar alçak biri var mı burada? Varsa söylesin: O’na kötülük ettim.”

Brütüs, Sezar’ı neden öldürdüğünü bu kadar güzel açıklar.

Ona göre, Sezar diktatör olmuş, tutkusuna kapılmış, Roma halkını köleleştirmişti. Oysa Brütüs’e göre, Romalıyı üstün kılan özgürlüğüdür. 

Brütüs, Sezar’ı Romalıların özgürlüğü için öldürmüştür. 

Brütüs’ten sonra kürsüye Antonius çıkar ve şöyle konuşur:

“Dostlar, Romalılar, vatandaşlar, beni dinleyin: Ben Sezar'ı gömmeye geldim, övmeye değil. İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür; haydi Sezar'ınkiler de öyle olsun. Asil Brütüs size Sezar'ın haris olduğunu söyledi; eğer böyleyse, bu ağır bir suç. Sezar da onu pek ağır ödedi. Şimdi burada Brütüs'le diğerlerinin izinleriyle, çünkü Brütüs şeref sahibi bir zattır; zaten hepsi, hepsi şerefli kimselerdir, evet müsaadeleriyle burada Sezar'ın cenazesinde söz söylemeye geldim. O benim dostumdu, bana karşı vefalı ve dürüsttü; lakin Brütüs haris olduğunu söylüyor ve Brütüs şerefli bir zattır. Sezar Roma'ya birçok esir getirdi, devlet hazinelerini bunların kurtuluş akçeleri doldurmuştu. Acaba Sezar'da hırs diye görülen bu muymuş? Fakirler ne zaman ağlasa, Sezar'ın gözleri yaşarırdı; hırs daha sert bir kumaştan olsa gerek. Fakat gene Brütüs onun için haristi diyor; Brütüs de şerefli bir adamdır. Siz hep gördünüz, Luperkalya yortusunda ben kendisine üç defa krallık tacı sundum, üç defasında da reddetti; hırs bu muymuş? Gene Brütüs, haristi diyor. Ve şüphesiz kendisi şerefli bir adamdır. Ben Brütüs'ün dediklerini çürütmek için söz söylemiyorum, buraya bildiklerimi söylemeye geldim. Bir zamanlar siz onu hep severdiniz, bu sebepsiz değildi; öyleyse sizi ona yas tutmaktan alıkoyan nedir? Ey izan! Sen hoyrat hayvanlara sığınmışsın, insanlar da muhakemelerini kaybetmiş. Beni affedin. Kalbim tabutun içinde, şurda, Sezar'ın yanında, tekrar bana gelinceye kadar beklemeli.”

Aynı konuda iki farkı görüş vardır. 

Brütüs, Roma halkının özgürlüğü savunur, Antonius ise Sezar’ın kahramanlığını. Fakat halk, kendi özgürlüğünden yana değil, Sezar’ın kahramanlığından yana tavır alır. 

Halk ile diktatörlük arasında garip bir bağ vardır.

Tarih, bunun sayısız örnekleriyle doludur. Bu bağ, patolojik bir bağdır. 

Yer kürede var olan tüm diktatörlerin ideolojik dayanağı halk egemenliğidir. Türü ne olursa olsun diktatörler, halk egemenliğini adeta tabulaştırırlar.

Bu durum, tarihin tozlu raflarında, arşivlerde, belgelerde vardır. 

Tarihin en kanlı diktatörlerinden bir tanesi olan Adolf Hitler, 2. Dünya Savaşı’nda 35 milyon insanın ölümüne, 17 milyon insanın sakat kalmasına neden olmuştur. Bu kanlı diktatör, halkoyuyla seçilmiştir, halk tekrar tekrar bu diktatörü iktidara taşımıştır. 

Hitler’in halk konusundaki ünlü sözleri şunlardır:

“30 yıl boyunca tüm fikirlerim, eylemlerim ve hayatımdaki kılavuzum sadece halkıma olan sadakatim olmuştur.”

“Biz, halkımız için dünyayı karşımıza aldık.”

“Biz, halkımızın refahından başka bir şey düşünmüyoruz.”

“Düşünce özgürlüğü, tüm kötülüklerin anasıdır.”

“Dünyayı Tanrı’ya içinde Yahudiler olmadan teslim edeceğim." 

Hitler, tarihteki en büyük Yahudi katliamlarından birini yapmış, onları diri diri fırınlarda yakmıştır. Son araştırmalarda, Hitler’in DNA’sında Yahudi soyundan geldiği tespit edilmiştir. 

2. Dünya Savaşı’nın bir başka kanlı diktatörü Benitto Mussolini, yine halkoyuyla iktidara gelmiştir. 

Mussolini iktidara geldikten sonra, kendisini Roma’nın yeni ruhu olarak görür. Gücünü halktan aldığını söyler ve şöyle der;

“Ben İtalyan halkının ruhuyum. Onların isteklerini gerçekleştiriyorum.”

“Her şey devlet içinde ve devlet için hiçbir şey devlet değildir.”

“Özgürlük, bir görevdir, bir hak değil.”

“Ben, vahşetle beraber yaratıldım.”

Onların yaptıklarıyla insanlara felaketler yaşatmıştır. Fakat her seçimde de zaferle çıkmışlardır. 

Her seçimde halkın desteğini almıştır. Halk egemenliği misyonu, çoğunlukla demogoglar tarafından kullanılmıştır. Bu durumu ilk keşfeden siyaset biliminin kurucusu Platon olmuştur. 

Platon’a göre, demokrasi bir eğitim işidir. Cahil kitlelerle demokrasiye geçilirse demogoglar türer, ortaya diktatörlükler çıkar. 

Platon, bu gerçeği yaşayarak görmüştür. 

Platon, Sicilya Kralı’nın veliahdı Dyon ile arkadaş olmuş, devlet yönetimi üzerine tartışmalar yapmıştır. 

Dyon, arkadaşı Platon’un ödünsüz fikirlerinden korkmuş, arkadaşı Platon’u tutuklatmış ve bir köle gibi esir pazarında satmıştır. 

Büyük filozof, bir müddet esir olarak yaşamış, daha sonra bir tanıdığı tarafından satın alınarak özgürlüğüne kavuşmuştur. İşte iktidar böyle bir şeydir. En yakın arkadaşını bile katletmekten sakınca duymaz. 

Siyaset biliminde bir söz vardır:

“Güç, insanı kötü yapar, mutlak güç mutlak kötü yapar.”

Siyasette bu gerçek, anlaşıldığı için demokrasilerde gücü tek elde toplamak yerine, güçler ayrılığı fikrinin doğmasına yol açmıştır. 

Güçler ayrılığının olmadığı bir sisteme demokrasi denilemez.

 RAMAZAN CAKIR

Please publish modules in offcanvas position.