Ahlen, 19.11.2009
Köyümüzün Bahçeleri Duvarlarla Çevrili Olması
Ne kadar çalışmışlar, hiç mi işleri yokmuş, ne kadar uğraşı, usanmamaksızın.
Bugünün elli altmış yaşlarında olan bizlerin babalarından, dedelerimizden söz ediyorum. Takriben sekiz on kilometre kare alan içerisinde olan bağlarımızın hemen hemen tamamının etrafı duvarlarla çevrilidir, bıkmadan usanmadan bütün bahçelerin kenarları duvarlarla örülmüştür. Sade bizim bahçeyi düşünüyorum, en azından bin metredir çevresi, kimi yerler kerpiçle, kimi yerler taşla örülüydü. Şimdilerde duvarı olan bahçeler yok denecek kadar az.
Bahçeler bulundukları mevkilere göre adlandırılır. Dolay, Yakaköy, Yeniceköy, Göveşlik, Çakılarası, mezarlık, Derebahçe, Ağılönü, Pınarönü, Hekberpınarı denildiği zaman hangi bahçeden bahsedildiği hemen anlaşılır.
Bütün bu bahçelerin, bağların etrafını bıkmadan usanmadan duvarlarla örmüşler. İlk bakışta kolay ve basit gibi görünse de oldukça emek ve masraf isteyen bir iştir. Güzel olan tarafı; her bir bahçe kapalı bir görünüm arzederek çardaklarıyla beraber yazlık evlerin intibasını verir. Bu durumu ile çalışmaya gitmek aslında zevkli idi. Hele yaz aylarında bağbozumunu yerinde yapmak, kesilen üzümleri direk üzüm oluklarına boşaltmak, pekmezi bağda kaynatmak, aynı şekilde bandırmayı orada batırmak işleri kolaylaştırıyordu.
Güz aylarına kadar, hatta ilk kırağı düşene kadar bağlarda göçülü kalmak ayrı bir zevkti. Hele ilk soğuklar başladığında çardakların içinde bulunan basit ocaklardan dumanlar tüter, ocakların etrafı ayrı bir önem ve değer kazanırdı.
Yaylalara çıkmakla bağlara göçmek birbirinin tersi olan bir durum arzeder. Yaylalarımız, yeşilliksiz, yükseklerde, koyunlardan ibaret iken bağlar tam tersi, yeşillik içinde iş yapmak, yiyimin her türlüsü mevcut, bir anlamda bolluk, yoksul olan köymüzün bolluğuydu.
Bağların duvarlarla çevrili olması bir anlamda bağ sahiplerine güven duygusu veriyordu. Gerçi duvar derken metrelerce yüksek olan duvarlardan bahsetmiyorum, ama kapalı bir alan. Tarlaların zıddına, tamamen ağaçlarla, her türlü meyvelerle ve üzümlerle dolu olan bağlar adeta ağaçlarla süslenmiş oluyordu. Tarlası olan bağ hemen hemen yok denecek kadar azdı. O tür bağlar da biraz sevimsiz bir görünüm arzederdi.
O kadar meyve türü vardı ki isimlerini ben de tam olarak bilemem. Öyle zannederim ki birçok meyve türü tamamen kayboldu. Toroslara yaslanmış bağlarımızın aslında dış dünya ile bağlantısı eski günlerinde yok sayılırdı. Nereden o kadar meyve türü getirilmiş, ayrı bir konu.
Zaman zaman belgesel olarak Alman TV kanallarında görüyorum, bütün meyve ve sebze türlerinin yabanisini araştırıyorlar, eski türlerin hem neslinin tükenmesini önlemek için, hem de hastalıklara karşı rezistens olması. Bildiğimiz ve severek yeşil-taze olarak yediğimiz nohutun yabanisi varmış, araştırmacı yabanisini bulmak için bütün dünyayı gezmiş ve bulmuş da sonunda.
Benden daha yaşlı olanlar iyi bilirler, öyle değişik cins cins meyveler vardı ki kış aylarının bolluklarıydı.
Geçim, ekonomik koşullar insanları belli yönde meyve ve sebzeciliğe yönlendirdi. Birçok bağların duvarı da kalmamış, monotonlaşmış denebilir. Buna karşılık akarların tamamı kanallar yapılarak su kaybı tamamen önlenmiş, hemen hemen bütün bağlara vasıta ile gidilebilinir hale gelmiş. Her ne kadar günümüzde eşekler iş yapsa da vasıtalarla bağlara gitme olanağı sayesinde eskiden her hanenin olmazsa olmazı, her evde bir eşek sahibi olma durumu ortadan kaybolmuş.
İlk hayvanat bahçesine geldiğimde eşekleri görünce gülmüştüm. Çocuklarla izine geldiğimizde veya şehir çocukları köye gelince en çok sevindikleri eşeğe binmekti. Oysa bizler eşeklerden usanmıştık……..
Mustafa Dumlu