Ahlen, 05.12.2009
Çiftlik
Hayatta özlemini çektiğim, gerçekleştiremediğim çiftlik hayatıydı.Neden hep özlemini çekiyorum, bu düşünce nereden kafama yerleşti, onu bilemiyorum. Ama özlemini hep çektim, onun özlemiyle yaşadım, öyle de devam edecek zannediyorum.
Tabiata olan bağımlılığım, aşkım belki de karakterimle bağlantılıdır, belki de çocukluk yıllarımdan kalma, eksikliğini bilinçaltı hissettiğim bir duygudur.
Köyde geçen çocukluk ve gençlik yıllarımda her sabah kalktığımda ister istemez çıplak torosları görmek zorundaydım. Torosların geriden heybetli görünümü, katmer katmer sıralanışı, eteklerinden itibaren Aydos Dağı’na kadar zirveye ulaşması bana hep gizemli gelirdi, sanki bağrında, tepesinde erişilmedik yerlerinde bende merak uyandıran bir duygu ve düşünce oluştururdu. Coğrafya bölgelerini öğrenirken okulda, Torosların Akdeniz Bölgesi ile İç Anadolu Bölgesinde bir duvar olduğunu düşünerek denizlere de olan merakım sebebiyle aramızda aşılması imkansız bir set oluşturması, olan merakımı daha da tetikliyordu.
Ayrıca dünyamız neydi ki !!!
Bütün dünyamız, küçücük bir yerleşim yerinde hayallerimizle yaşadığımız küçük dünyamızı büyütmekti. Gerçekten de gerçekte küçük olan dünyamızı hayal gücümüzle büyüttük. Sınırlı olan olanaklarımız, başka bir deyişle imkansızlıklar insana beceri kazandırıyor diyebiliriz. Yoksa mutsuz bir çocukluk hayatı yaşadığımı söylemeliyim, ancak çocukluk hayatımdan çok menmun olduğumu söyleyebilirim.
Aslında köy yaşamı çiftlik hayatının küçültülmüşüdür. Çiftlik denince geniş bir arazi, her türden hayvanlar, şen şakrak çalışan insanlar akla gelir.
Hem çalışmak, meşgul olmak, en iyisi de çalışanların birbirleriyle olan samimi ilişkiler, bunlar güzel duygulardır. Doğa ile başbaşasın, barışıksın, dolayısıyla insanlarla da. Sahtekarlık, düzenbazlık pek uymaz çiftlik hayatına. Kafanı dinlemek istersen şöyle bir gezinti yaparsın, yorgun isen bir ağacın gölgesinde kıvrılıverir kestirirsin.
Çiftlik denince aklıma Ereğli sınırları içerisindeki eski adı ile Yila’nın içinden geçtiği Şadi Bey’in Çiftliği ve Merinos Çiftliği gelir. Yila, İvriz Barajı yapılmadan önce İvriz suyunun en fazlasını Ereğli’nin dışına taşıyan büyük akardır, kanal diyemiyorum, zannederim su tabii olarak kendi yolunu izlemiş. Birçok insanın her yıl yüzeyim derken boğulduğu vakidir, vahşi bir görünüm arzederdi. En fazla da Sarıca’lılar istifade ederdi.
Şadi Bey’in çiftliğini hiç göremedim ama zamanında hatırı sayılır yarış atları yetiştirilirdi, çiftlik adıyla anılırdı, dışarıyla olan bağlantısını bilmezdim. Merinos Çiftliğini birkaç kez gördüm, örnek bir çiftlikti, ziraatçılığın her alanında ileri seviyesi vardı. Hiç unutmam, öğretmen okulundayken bir gezimizde peynircilik üzerinde bize bilgi verdiler, yapılan bütün peynirlerin tadına baktırdılar, biri hariç. Hariç dediğim peynir çok pahalı olmasının yanısıra fazla da yapılmıyormuş. Yıl 1967 veya 69, o peynirin bir benzerini uzun yıllar sonra Avrupada gördüm, sunni olarak üretilen küflü bir peynirdi.
Köyümüzü bir bütün olarak geniş araziye sahip büyük bir çiftlik olarak algıladım sanırım.
Mustafa Dumlu