Ahlen, 28.09.2009
Düzen, Nizam, Titizlik, İzan
Almanların bir atasözü ile bugünkü söyleşimi yapmak istiyorum : „Düzen, intizam yaşamın yarısıdır. „ ( Ordnung ist halbe Leben )
Belki de bu toplumun gelişmesinin bir sonucu olarak bu atasözü beyinlere yer etmiş, mühürlenmiş adeta. Bu atasözü toplumun her kesiminde, bütün alanlarında yaşama istisnasız olarak geçmiş, toplum olarak yaşıyorlar.Amacım ; bir toplumu övmek değil, belli ve doğru prensiplerin bir toplumu nereye götürebileceğini anlatmaya çalışmak.
Düzen ve intizam kişinin kendisiyle aileden itibaren başlar, anaokulu, ilk ve orta okulda devam eder gider.Devletin ve toplumun getirdiği genel anlayış ve düzen, o yaşanan toplumun genel bir göstergesi olarak tekrar insanların tek tek yaşamlarında kendi kaşıklarında ortaya çıkar, insanlar arasındaki ilişkileri olumlu veya olumsuz etkiler.
Düzen, intizam bireylerin tek tek kendi sorumluluklarıyla direk ilişkilidir.Sorumluluk geniş bir kavramdır, o kadar geniş ki tek tek yazmak olanaksız.Basit olarak aile bireylerinin aile içindeki konumları gereği bir sorumlulukları vardır, iyisiyle veya kötüsüyle bu sorumluluktan ötürü olumlu ya da olumsuz sonuçlar bir şekilde aile duvarları içerisinde kalır.
İnsan olduğumuzdan ötürü toplum içerisinde her insanın bir sorumluluğu vardır, bu sorumluluk ekmek parası için olabilir veya da günlük yaşamımızda birbirimize karşı da olabilir.Hakkını isteyen bir insan öncelikle kendisinin hakka riayet etmesi gerekir, sevgi bekleyen insan, önce kendisinin sevmesi gerekir.
Düzen, nizam insanların yaşamlarını kolaylaştırır. Çok, ama çok basit olaylara öyle takılıp kalıyoruz ki ; sadece karşımızdaki insanların yaşamını zorlaştırmıyoruz, aynı zamanda kendi yaşamımızı da zorlaştırıyoruz, farkına bile belki varamıyoruz.Sürekli olarak birilerinin yanlış yaptığını söylemekten gurur duyarken kendi sorumluluğumuzu bir kenara atarak içimizi rahatlaştırdığımızı zannederiz.Oysa aynı sorun devam ediyor, rahatsızlığımızı söylememekle ruhen rahat olma rüyasısını yaşamaya, akıntıya kürek çekmeye çalışıyoruz.
Kendi yaşadığım, yaşamakta olduğum ve belki de daha çok yaşayacağım basit bir örnek vermek istiyorum. Ereğli’deki oturduğumuz dairenin, aynı zamanda otuz iki dairenin ortak malı geniş bir havlusu var.Hemen apartmanları karşısında da çok güzel bir şehitlik parkı var.
Aramızda bir yol var sadece ve bazları o parka çay içmeye gidiyoruz.Çayın tadı orada bir başka oluyor.Oysa bizim havlu da bakım olsa o park kadar güzel olur, orada da günlük olarak beraberce apartman sahipleri ile oturup çay-kahve içebiliriz.Herhalde toplum olarak böyle şeylere ihtiyaç duymuyoruz, veya paylaşmasını hiç bilmiyoruz. Bu apartmanlarda oturanlardan hacı da, hoca da, yaşlısı da, genci de hepsi var.Oysa havlu, havludan da öte bir park haline getirilecek konumda.Adamlar veya bayanlar, kendisinin yere attığı çöpü çiğneyerek çarşıya, camiye, okula v.s. gidiyor. İşin bence en ilginç yanı, tasvip ettiğim için söylemiyorum ; eline bir şişe bira alıp havluda içecek olsan bütün apartman sakinleri toplanır ve karşına dikilir.Bunu yaparken de „bu günah, böyle bir şeye müsade edilmez „der herkes gerekçe olarak.Ama temizlik, düzen, nizam yapalım dersen kimseyi bulamazsın.En acı yönü ise, biri getirmiş birkaç tuğla kiremit, kapının yanına koymuş, diğeri de buraya bunlar konmaz diyerek birkaçını kırmış, tam giriş kapısının önü-arkası dolmuş,berbat ve onlara basmadan içeri girmen mümkün değil.İki gün boyunca üzerlerine basarak gelip geçtik, merdivenler tamamen renklendi, toz-toprak haliyle evlere kadar ayakkabılarla taşınıyor.
Ben gerçekten üzülmenin ötesinde rahatsız oldum, daha yeni Antalya’dan gelmiştik üstelik.Eşim temizlemeye başladı ve temizledi de. İzan sahibi bir komşu „biz çok ayıp ettik „ demiş ve kendisi de sonradan yardım etti.Bu apartmanda sekiz aile kalıyor.En az yirmi-otuz insan defalarca o kapıdan girip çıkıyor, rahatsız olmuyor.Sözüm ona uyanık kapı komşumuz da „ ben her hafta merdivenleri yıkıyorum „ diye palavra atıyor.Diğer bir komşu da yalan söylediğini söylüyor.
„Elhamdülillah hep müslümanız“ diyen bu insancıklardan bir müslüman çıkıp anamın-babamın veya geçmişlerimin hayrına deyip bir saalik işi yapamıyor.Maalesef bu tür insanlardan da çoğunluk çıkar ve nutuk çeker : „Bu memleket düzelmez yav, düzelmez düzelmez „ Kendi üzerine düşeni yapmayan insanlar düzelme beklerler ne yazık ki. Bazan düşünüyorum ; acaba beş vakit namazını hiç kaçırmayan bir insan bir vakit nazına gitmek yerine buna benzer işler bir anlık için de olsa ve yapsa ; daha mı az sevap kazanır ?
Bu basit bir örnekti, daha acılarını yaşayanlar elbette çoktur.Bütün bunların tek bir çözüm yolu : Eğitim, eğitim ve yine de eğitim.Eğitim derken eğiticilerin eğitici olması gerek, eğiticilerin idareci olmaması gerek, eğiticilerin öğrettiklerini yaşaması gerek.
-Sen kimsin cümlesini bilmemesi gerek.
-Her insanın bir değeri olduğunu kabul etmek gerek.
-Haksızlığa her daim karşı gelmek, kim olursa olsun.
-Konuşan, sohbet edebilen insanlar olmak.
-Ben kimim gibi kompleksleri olmamak.
Buna benzer daha nice nice ünsiyet, meziyet sahibi olabilmek.Bütün bunlar olmaz şeyler değil.Rahmetli İsmet İnönü’nün meşhur bir sözünü anmadan edemiyeceğim : „ Bu memlekette namusuzlar kadar namusluların da konuşma hakkına sahip.“
Mustafa Dumlu