Ahlen, 29.07.2009
Tartışma Programları, Medyanın Halkı Doğru Bilgilendirme Görevi
İlk tartışmayı ilkokul dördüncü veya beşinci sınıfta iken öğretmenimiz Şinasi Odabaşı yaptırmıştı.Konusunu unuttum ama bayağı kaliteli bir tartışma yapmıştık diyebilirim.
Öğretmenimiz sınıftan dörder öğrenciden oluşan iki gurup oluşturmamızı istedi.Dörder öğrenciden oluşan iki gurup oluşturduk, konuların seçimini bize bıraktı, konuyu şu anda hatırlayamıyorum ama esas itibarı ile iki gurup aynı konunun olabilirliğini bir gurup, olamazlığını ikinci gurup tartışmak üzere bir hafta boyunca hazırlandık. Sınıf dinleyici olmak üzere guruplar birer başkan veya sözcü diyelim, seçtik ve konuşma süresi verildi, tartışmaya başladık.Öğretmenimizin söylediği şekilde kurallara uyarak tartışabildik, kavga yapmadık, birbirimize kızmadık, her iki gurupta verilen sürelerini yerli yerince ve zamanlamasını da yaparak tartışabildik.
Burada şunu söylemek istiyorum; bizler on-on iki yaşları arasında çocuklar olarak birbirimize saygı göstererek tartışabildik, o yaşlarda çocukların sabırsızlanması gayet doğal, kendiliğinden hoşuna gitmeyen bir tartışma anında olumsuz reaksiyon gösterebilirdi. Bunların hiçbirisi olmadı, öğretmenimizden korktuğumuzdan da değil, bize kurallara uyulması, karşıdakinin fikri hoşuna da gitmese sabırla dinlenmesi öğretildi.
Televizyonda yapılan normal konuşmacıların davet edilerek yaptıkları konuşmalar bazan terbiye sınırlarını da aşarak küstahlığa kadar gidebiliyor. Normal tartışma programlarını çok severim, ama çoğu zaman tartışma programları o derece kalitesi bozuluyor ki televizyonu kapattığım çok oluyor.Almanların yaptıkları bu tür programlara da bakıyorum, arada maalesef kıyaslanamayacak kadar farklar var.
Tartışanlar veya programa katılanlar çoğunluk kendi alanlarında uzman kişiler. Hepsi akademisyen.Ama yapılan (bazan) sataşmalar, birbirini alaylı şekilde gülümseyerek kabullenmemesi, kızdıkça sesini yükseltmesi, ille de ben haklıyım demesi, karşıdakinin konuşmasını keserek kendinin devam etmesi, konuyu saptırmak, daha buna benzer neler neler.
Bence bir insan konuştuğu kadar susmasını da bilmeli.Çoğunluk bu tür programlarda o kadar çok konuşuluyor ki konunun özünden uzaklaşılıyor, konu dağılıyor. Çok konuşmakla, çok anlatmakla ille de o konu iyi anlatılmış, izah edilmiş olmuyor. Roman başka, hikaye başka.
O kadar uzun anlatılıyor ki, sanki roman yazılacak.
Elbette binlerce insanlar var, konuşmasıyla, tartışmasıyla, nazikliğiyle dinleyenleri dinlendiriyor adeta. Savunduğu ve kendisince doğru bulduğunu anlattığı kadar karşısındakini de sakince dinleyerek ve doğrularını tasdik ederek tartışma yapanlar, topluma örnek oluyor.Zaman zaman öyle haberler okuyoruz ki, daha probemin ne olduğu üzerinde konuşmadan pata-küte kavgalar, döğüşmeler oluyor, ölümler oluyor. En yetkili hakimler bile iyice dinliyor, dinliyor, soruyor, yine soruyor ve yine de hemen karar vermiyor, icabında tekrar tekrar inceleyerek, anlayarak karar veriyor. Burada vurgulamak istediğim, önyargıdan kaçınmak, anlamak, anlamak, dinlemek, yine dinlemek. Nasıl ki bir sınıfta her kafadan bir ses gelmez, bir konuşur diğerleri dinler, böylece konu anlaşılmış olur.
Alışkanlık olsa gerek, veya da tam öğrenememişlik de denebilir, birçok kez Almanlarla normal sohbet ederken o anda bir şey söylemek istediğimde karşımdaki ve karşımdakiler dinlemedi bile, tekdir de etmedi ama aynı durumu birkaç kez yaşadım, mecburen öğrendim.
Hatayı, eksikliği kabul edebilmek bir erdemdir.
„Söz gümüşse,sükut altındır.“
„Sözünü bil, pişir, ağzını der, devşir.“
„Söz var, iş bitirir ; söz var, baş yitirir.“
Mustafa Dumlu