Ahlen, 29.1.2009
Beklentilerle Yaşamak ( Ummak )
İnsanlar ümitlerle yaşarlar, hayattan ümidi kesilen bir insan yaşamına da son verebilir, çevresindeki insanların yapacakları da belli bir noktaya kadardır.
Bu herkes için geçerli olan, kabul gören genel bir anlayıştır. İnsanlar var, başkalarından umdukdukları beklentileriyle yaşamayı kendilerine adet edinmişlerdir.
Beklenti, bekleyiş, bir olgunun, belli şartlarda oluşması, beklenen bir şey. Her insanın bir beklentisi olur. Ummak, umunmak zannederim beklentiden daha ziyade, daha fazla beklemek, biraz daha sanki negatif anlamımda kullanılıyor olsa gerek. Halk arasında „ummacı, hep umar, boşuna umarsın „ gibi olumsuz olarak tabir edilir. Kelime anlamı ; bir şeyin olmasını beklemek, sanmak veya tahmin etmektir.
Günlük yaşantımızda öyle zannederim ki bir çok kırgınlıkların, dargınlıkların, küslüklerin ve hatta daha ileri derecede kavgalara varacak kadar yaşanan olayların sebebi diyebilirim. Yaşanan olaylar küçük çapta da olsa birike birike, damlaya damlaya oluyor koca bir göl, veya sorun. Günü gelince bir yerlerden çatlak veriyor, sonucu da hiç hoş olmuyor elbette.
Beklenti ve ummak kelimeleri yaşadığım ülkede pek kullanılanılmaz. Hani derler ya „ Alman usulü „ , adam ne bekliyor ne de yapıyor, ancak işi, görevi ne ise onu yapıyor, ola ki bir yardım yaptıysa onun karşılığını da beklemiyor. Bu nedenle de bizdeki kadar ne beklenti ne de dargınlık var. Herhangi bir nedenle olan küslük veya dargınlıkların arkasından artık eski çıkılar çıkarılıyor, yok şunu yaptıydım, ben bunu yaptıydım, sen yaptın ben yaptım derken gerçeğinde yapılmış olan ne kadar güzel şeyler varsa bir bir kötüleniyor gereksiz yere.
Zaten toplum olarak o kadar duygusalız ki küçücük olaylar dahi bir olayın fitilini ateşlemeye yetiyor. Çoğu zaman patlamaya hazır bir vaziyette bekliyoruz sanki. Filim seyrederiz, hazin bir sahnesinde ağlarız, çocukları kucağımızdan indirmeyecek kadar severiz, kızdığımızda da aynı anda sertleşiveririz, yanık bir türkü dinleriz yine ağlarız, kısacası duygusal yönümüz kullanılmaya o kadar müsait ki biri vurun dese belki birçoğumuz vurmak üzere harekete geçer, niye vurduğumuzu belki de bilmemeksizin.
Gerek siyaset, gerekse cehalet insanları umacı durumuna kadar getirdi. Milyonların sefalet içinde yaşadığı toplumumuzda insanlar bilinçsizce tüketime, tüketmeye öyle alıştıdılar ki ; o tüketicilik felsefesi insanlarda karakter ve şahsiyet bırakmadı. İnsanları bu duruma getiren anlayış; bir ülkenin kaderini belirleyecek eğitim sistemini de o anlayışa endeksli olarak düzenlemiş, yetişen her daldaki elemanlar ne derece yetkin, ülkede yaşananların tamamı onun bir göstergesidir. Zira eğitilmişi de, eğitilmemişi de çoğu zaman aynı parelelde olabiliyorlar. Derine gidip fazla incelemeye gerek yok, bir insanın karşısındaki insana saygısı, haklarına riayet etmesi ve elindeki yetkiyi menfi ya da müsbet olarak kullanması onun ne derecede eğitilmişliğini gösterir. Benim yaşadığım batılılar, batılı olmak, batılı anlayışı, yaşamda insanların birbirine saygı göstermesi, sevmese de saygı göstermesidir. Ne giyimin, kılık ve kıyafetin, ibadetin, geleneklerin batılı olmakla ilgisi yok. Bunların hiçbirinden tavize de gerek yok, herkes sınırını bilsin, hakkına razı olsun, uyanıklık yapmasın, yeter.
Geri kalmış ülkelerde beklenti de ona göre artar. Tüketiciliğe alıştırılmış insanlar tüketmek için elinde, avucunda olması gerekir. Olmayınca ya bir yerlerden bir şeyler koparacak, olmayınca da umacak. Zaten zaman zaman milyonlarca insanlardan birkaçı medyada sanki bir reklammışcasına gösterilerek yardım alan, kurtarılan insan örnek alınarak „bana da böyle bir fırsat düşer „ düşüncesiyle bir beklenti ve umut içinde yaşam sürdürülüyor. Oysa toplumun tamamını kurtarmanın hesabı yapılmalı ki insanlar düşünüş tarzlarını ona göre yapsınlar. Yani
„ gemisini kurtaran kaptan demiyelim de, gemiyi kaptanla beraber kurtaralım diyelim. „
Sürekli olmayacak şeylere insanları özendirmek, dünyada ne kadar lüks yaşamla ilgili ne varsa insanların önüne getirilip „senin de buna hakkın var“ demeye getiriliyor. Yetmişli yıllarda aynı siyası görüşün içinde olanlar tartışırken öncelikle kitap okunmalı, okumalı ki ondan sonra tartışabilesin.
Sonuç olarak, olmayacak beklentilerler yaşayanlar bir şekilde kırgınlık ve dargınlıklarla yaşamayı da göze almalı.
Mustafa Dumlu